Hasan Bildirici
Yaşamının son yıllarında tanıdığım Behçet Cantürk yürekten bir Kürt yurtseveri idi. Istanbul’daki Kürt gecelerine korumaları ve ağzında purosu ile gelirdi. Her Kürdün Istanbul’da var oluş hikayesi altında büyük bir cesaret ve delikanlılık vardı. Bunun için adını « Kürt mafyası » koymuşlardı. Cezaevinden çıktıktan sonra ihtiyaç duyulan Kürt basın, yayın ve kültür kurumlarının kuruluşunda yer almak için Istanbul’a gitmiştim. « Kürt Mafiyası » olarak adlandırılan grubun üyeleriyle yollarımızın kesişmemesi mümkün değildi. Kesişecekti ve zaman zaman Kürt halkının özgürlüğü yolunda onlarla işbirliği yapacaktık. Mutlaka PKK’nin Illegal örgütlenmesinin de onlarla ilişkisi vardı. Fakat bizim ilişkimiz farklıydı. Biz Kürt ulusuna mensup kişilerin desteğini Kürt özgürlük düş ve inancını yasal olarak kullanarak bu fikri yaygınlaştırmak ve en kısa yoldan sarsılmaz bir güç haline getirmek istiyorduk. Bunun için de o güne kadar kimsenin cesaret edemediği yayınlar çıkarıyor; bu yayınların çok hızlı bir şekilde Tükiye ve Kürdistan’da dağıtımını yapıyorduk. Kürt halkını inkar eden devletin terör birimleri bizim basım ve dağıtım hızına ulaşamıyordu. Bir gün Behçet Cantürk’ten bana bir haber geldi. Görüşmek istiyordu. Ben hala cezaevinden çıktığım köylü kazağı ve köylü pantolonu ile dolaşıyordum. Hele o uyduruk renk ksrmaşası kazağımla tanımayan biri beni pazarcı sanırdı. Söyledikleri yerde Behçet Cantürk’ün adamları beni lüks bir mercedesle aldılar. Vardığımız yer boğazda çok büyük ve çok lüks bir restorandı. Restorana girerken üstümdeki giysilere bakıp mahçup oldum. Keşke önceden kendime yeni bir pantolon ve kazak alsaydım. O akşam kapılarını müşterilere kapatan restoranda sadece Behçet Cantürk’ün masasında bir kaç kişi vardı. Cantürk beni kapıda karşıladı. Baktım Mehdi Zana ve Ismail Beşikçi de orada. Behçet Cantürk o akşamı bizi tanımak için düzenlemişti. Mehdi Zana ile oturur oturmaz gereksiz bir gerilim yaşadık. Bana aylar önce basmam için bir kitap vermişti. Diyarbakır zindan vahşetini anlatıyordu. Çok özensiz yazıldığı için kitabın her akşam geç saatlerde ancak iki sayfasını düzeltebiliyordum. Bu da kitabın basımında gecikmeye neden oluyordu. Bu gecikme üzerine Leyla Zana beni iki kez aradı. Mehdi problem çıkarıyor, lütfen bir an önce o kitabi bas dedi. Ona da basmak için zamana ihtiyaç olduğunu söyledim. Bunu bildiği halde Mehdi Zana Beşikçi ve Behçet Cantürk’ün yanında beni mahçup etti. Apo izin vermediği için mi o kitabı basmıyorsun dedi. Apo’nun kitaptan haberinin olmadığını ve kitaplar konusunda kendimin karar verdiğimi söyledim. Neyse, Behçet Cantürk araya girerek ortalığı yatıştırdı. Ben de kitabın üç ay içinde basılacağı sözünü vererek Mehdi abiyi yatıştırdım. Kitap Vahşetin Günlüğü olarak basıldı.