Kürt İsyanları ve Cumhuriyet

0
20

Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra “Kürtler ne yaptı” mevzusuyla ilgili Türkiye’deki hâkim kanaat, yaygın bilgi şudur: Kürtler Cumhuriyetin kuruluşunu isyan ederek karşıladı ve devletin otoriterleşmesinin sebebi oldu. Bu hâkim kanaate göre, Kürtler Osmanlı İmparatorluğu’nun yerini modern bir cumhuriyete bırakmasından memnun olmadı ve ayaklanarak yeni cumhuriyetin liberal prensiplerden uzaklaşmasına yol açtı.

Yaygın olarak benimsenmiş olmakla beraber bu hâkim kanaat bir iki basit soruyu bile cevaplamakta epey zorlanır. Mesela, 1876’dan, hiç olmadı 1908’den beri ‘meşrutiyet’ esaslı yönetim usullerine alışmış, 1923’ten önce bir tür ön-Cumhuriyet deneyiminden geçmiş Osmanlı tebaasından Kürtler Cumhuriyet idaresine geçmekten niye rahatsız olsundu? Hele de elitlerinin, okumuşlarının büyük kısmı, soy sopları haricinde, Cumhuriyeti kuranlara epey benzeyen şahsiyetlerdenken. Hele de tekil bir hadise olarak Cumhuriyetin ilanı, yakın zamanda Taha Akyol’un da gösterdiği üzere, Mustafa Kemal’in Meclis üzerindeki kontrolünü artırmak için yaptığı hamleler serisinden bir hamleyken. Diğer bir soru da şu: Kürtlerin esas memnun olmadığı Cumhuriyet’e geçmek idiyse, isyan etmek için neden 1925 baharına kadar, neredeyse 18 ay beklediler? Yoksa, Kürtlerin isyanının ardında Cumhuriyetin ilanından çok, 1924’teki ilk anayasayla beraber Cumhuriyetin niteliklerinin kesinleşmesi mi vardı? Aynı türden bir soru da şu: Birinci Meclisin fesh edilip yerine daha uyumlu isimlerden oluşan ikinci Meclisin toplanması ve bu ikinci Meclisten kuvvetler birliği prensibine yaslanan yeni anayasanın çıkmasıyla rejim çoktan otoriterleşmemiş miydi?

Türkiye’deki hâkim kanaatin aksine Cumhuriyetin, Kürtlerin isyan etmesine yol açmayacak bir biçimde de kurulabileceğini ima eden bu girizgahtan sonra Cumhuriyet ve ilk Kürt isyanları bahsine, Cumhuriyet 1925’te başlayıp 1938’e uzanan ilk Kürt isyanlarını nasıl gördü, nasıl gösterdi, bu isyanlar karşısından ne yaptı, ona geçeyim. Ama kavramsal bir iki pürüze işaret ettikten sonra. Pürüzlerden biri şu: Cumhuriyet sonrası ilk Kürt isyanları dediğimiz hadiseleri, sona erdirildikleri 1925’e, 1930’a ve 1938’e tarihlenen Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim ‘isyanlarını’ bir diğeriyle kıyaslanabilir üç vaka olarak görmek o kadar kolay değil. Arkasında Azadî ve Xoybun gibi ‘modern’ kurmaylıkların olduğu Şeyh Sait ve Ağrı isyanlarını devlet iktidarının bulunulan bölgeye yerleşmesine karşı gelişen bir direnç olarak başlayıp, kitlesel bir kıyımla biten Dersim İsyanı/Katliamıyla aynı çerçeve içerisinde ele almak zor görünüyor. Dersim’de gerçekleştirilen kıyımın büyüklüğü ve pervasızlığı da Dersim isyanını öncekilerle aynı çerçeve içerisinde ele almanın zorluğuna işaret ediyor. Diğer pürüzse Şeyh Sait ve Ağrı İsyanlarının bir diğerinden bağımsız iki ayrı hadise olup olmadığıyla ilgili. Ağrı isyanının Şeyh Sait isyanından kalanlarca çekip çevrildiğine işaret eden bulgular bu iki isyanın uzun bir zamana yayılan tek bir hadise olarak da görülebileceği manasına geliyor.

Gelelim kuruluşunu takibe gelişen Kürt isyanlarını, Cumhuriyetin nasıl gördüğüne, bu isyanlar karşısında ne yaptığına…

Cumhuriyetin Nazarı

Cumhuriyetin ilk Kürt isyanlarını nasıl gördüğünü gösteren malzeme çok. İsyanlar sırasında ve sonrasında yapılan açıklamalar, kaleme alınan raporlar, yapılan çalışmalar, yayımlanan günlükler vs. Cumhuriyetin ilk Kürt isyanlarını epey çeşitli merceklerden, farklı perspektiflerden gördüğüne işaret ediyor. Bu çeşitli mercekleri ya da bir bütün olarak Cumhuriyetin Kürt isyanlarına bakışını, sözünü ettiğim bu malzeme içinde uzun bir gezinti yaparak göstermek elbette mümkün. Ama bu kadar çabaya galiba gerek yok. 1925 isyanının lideri Şeyh Said’i ve arkadaşlarını yargılayan İstiklal Mahkemesinin isyancılarla ilgili hükmünü açıklarken yaptığı değerlendirme her şeyi bir çırpıda anlatır, Cumhuriyetin erken dönem Kürt isyanına bakışını toptan özetler gibidir. Karar açıklanırken isyancılara şunlar söylenir:

Kiminiz hasis kişisel çıkarlarınıza bir zümreyi alet, kiminiz yabancı kışkırtmasını ve siyasi harisleri rehber ederek hepiniz bir noktaya yani Bağımsız Kürdistan teşkiline doğru yürüdünüz. Senelerden beri düşündüğünüz ve tertiplediğiniz genel ayaklanmayı yaparak bu bölgeyi ateş içinde bıraktınız. Cumhuriyet hükümetinin kesin hareketi, Cumhuriyet ordusunun öldürücü darbeleri ile irticanız ve ayaklanmanız derhal yok edildi ve hepiniz yakalanarak hesap vermek üzere adalet huzuruna çıkarıldınız. Herkes bilmelidir ki, genç Cumhuriyet hükümeti kışkırtıcılık ve irtica, her türlü lanetli faaliyetlere kesin surette göz yummayacağı gibi, hatta kesin tedbirleri sayesinde bu gibi eşkıya hareketlerine yol vermeyecektir. Senelerden beri şeyhlerin, ağaların, beylerin baskısı altında sömürülen, eriyen, inleyen bu bölgenin zavallı halkı artık sizin kışkırtıcılığınızdan ve kötülüğünüzden kurtularak Cumhuriyetimizin verimli ilerleme ve saadet vaad eden yollarında yürüyerek refah ve saadet içinde yaşayacaktır.[1]

Görüldüğü üzere, Cumhuriyet, Kürt isyanları ve Kürt meselesiyle mesaisinde sonraki onlarca sene boyunca diyeceklerini hep birden 1925 haziranında söylemiş gibidir. Cumhuriyet’e göre Kürt isyanı, Kürtlerin ayaklanması aynı anda birçok şeydir. Ayrı bir devlet kurmak için yapılan bir ayaklanma olduğu gibi, bir rejim olarak cumhuriyetten rahatsız olan feodallerin, ağaların ve beylerin işidir. İlerleme vaat eden Cumhuriyete karşı çıkan mürtecilerin olduğu kadar, kişisel çıkar peşindekilerin ayaklanmasıdır. Keza süfli hırslarının peşinde olanların olduğu kadar yabancı kışkırtmasına kapılanların ayaklanmasıdır. Diğer deyişle, Cumhuriyet Kürt isyanında aynı anda aşiretleri, dini, geçmişi, (başka bir) ulusu ve başka devletleri görmüştür. Deyim yerindeyse Cumhuriyetin bütün rakiplerini.

Özetle, 1925 Kürt isyanı ya da aslında ilk Kürt isyanları Cumhuriyetin nazarında Osmanlı İmparatorluğunun yerine kurulan modern ulus devletin bütün rakiplerinin, sadece bütün rakiplerinin değil, Cumhuriyetin çözmeye çalıştığı zihniyetlerin, toplumsal ilişkilerin, kurumların vs. bir araya geldiği bir fenalıktır. Cumhuriyet ilk Kürt isyanlarına baktığında sadece ‘asayişin bozulmasını’ değil, asayişin bozulmasına zemin teşkil eden geniş bir toplumsal durumu, Kürtlerin siyasi arzularını, emellerini, bunlara kaynaklık teşkil eden Kürtlüğü, Kürtlüğü ayakta tutan toplumsal dolayımları görmüştür. Aşiret gibi, beylik ve şeyhlik gibi…

1925’te kaleme alınan ve Cumhuriyetin ileriki on yıllarda Kürt meselesinde yapacaklarına bir tür rehber oluşturan Şark Islahat Planı da, Cumhuriyetin Kürt isyanına baktığında bir asayiş meselesinden çok daha karmaşık bir şeyi gördüğüne işaret eder. Şark Islahat Planı da 1925 isyanının arkasında bir siyasi emeli, bu siyasi emele hayat veren dolayım olarak Kürtlüğü, Kürtlüğe can veren dolayımlar olarak da Kürtleri çevreleyen ya da Kürtlerin içine yerleştiği toplumsallığı görür. Nitekim, Şark Islahat Planı, Kürtlüğün ve Kürtlüğü ayakta tutan geleneksel yapıların zayıflatılması için yapılması gerekenlere dair bir tür el kitabı olarak da okunabilir. Cumhuriyet, Kürt isyanının zeminini olarak Kürtlüğü yerinden etme ve asimilasyonla zayıflatmayı planlamaktadır.

1925-1930 isyanının Ağrı safhasındaysa Cumhuriyetin dağarcığına eski zamanlardan miras ‘yeni’ kelimeler girmiş gibidir: eşkıya, eşkıyalar, eşkıyalık, çeteler. Tecrübe kazandığından mı, zaman geçtikçe üzerine bir ağırlık çöktüğünden mi bilinmez, Cumhuriyet, Kürtlerin isyanını etno-politik bir hadisedense bir tür şakilik meselesi olarak görmek ya da göstermek yolundadır artık. 1930 yaz aylarında gazeteler şakilere karşı yürütülen operasyonlardan, çetelere karşı savaşan vatandaşlardan söz etmektedir. Öte yandan, devletin bütün uzuvları bu bakışta senkron tutturamadığından olsa gerek, zamanın Cumhuriyet adına konuşma salahiyetine sahip mühim simalarından Yunus Nadi, başyazarı olduğu Cumhuriyet gazetesinde uyarıda bulunmak ihtiyacını duyar:

“[isyanı] müstakil bir kavmin hareketi gibi telakki ve tavsif etmeyi hem siyasete hem de hakikate muvafık bulmayız. Cumhuriyet Türkiye’sinde siyasi manası ile Türk’ten başka bir başka camia farzetmekte isabet yoktur. Binaenaleyh Şark hudutlarımızda Kürt isyanı yoktur. Cehalet şevkile şekavet yoluna dökülmüş bazı vatandaşların elbette er geç cezalarını görecek münasebetsiz hareketleri vardır. Unutulmamalıdır ki Türkiye’de ırk olarak adlarına Kürt denen Türkler yalnız Ağrı ve Süphan dağına çıkan üç beş hayduttan ibaret değildir. (…) Eşkıyaya eşkıya demek kafidir”.[2]

Cumhuriyetin Kürt isyanına bakışında daha esaslı bir değişiklikse Dersim isyanı esnasında ortaya çıkmış görünüyor. 1925’te etno-politik bir hadise olarak da görülüp, 1930’da eşkıyalık derekesine indirilen Kürtlerin isyanı, 1937-8’de hepten ‘rütbesizleştirilmiş’ gibidir. 1930’ların sonuna gelindiğinde Kürtlerin isyanı Cumhuriyet nazarında artık medenileştirmeye karşı çıkmaktan başka bir iş değildir. Dönemin kudretli ismi İnönü, Dersim’de olanları ya da yapılanları şöyle görmektedir:

“Hükümet Tunceli’nde iki seneden beri ıslahat programı uyguluyor. Bu program mıntıkayı medenileştirmek için bütün vasıtalarla ve hususi hükümler dahilinde orada geniş bir çalışma teferruatını ihtiva etmektedir. Bunu şimdiye kadar orada kanuna muhalefetten zevk ve kuvvet almış olan bazı reisler iyi karşılamadılar. Islahat programına muhalefet ve mukavemet etmek istediler. […]Tunceli’nde ıslahat ve medenileştirme programı yürüyecektir”.[3]

Başka deyişle, Cumhuriyetin nazarında Kürt isyanı, 1930’ların sonuna, Dersim’e gelindiğinde, artık Kürtlerin Türkleştirilmesi değil, “dağlı bedevilerin medenileştirilmesi” işidir. Devletin Dersim’e girmesine razı gelmeyenler Cumhuriyetin nazarında medeniyete karşı durmaktadır. Çünkü “cumhuriyet rejiminin […] Tunceli vilayetinde yaptığı şey askeri bir sefer değil, medeni bir yürüyüştür.[4] Buna mukabil Cumhuriyet kararlıdır: “Ya bu deve güdülecek ya da bu diyardan gidilecektir.”[5]

Cumhuriyetin Ameli

Erken dönem Kürt isyanları karşısında Cumhuriyetin ne yaptığına gelince…Cumhuriyet, kuruluşunu takip eden neredeyse otuz sene boyunca Kürtleri pek de liberal olmayan kendi hukukunu bile askıya alarak, umumi müfettişlikler gibi özel kurumlar yoluyla ve süreklileşmiş bir olağanüstü halle yönetti. Bu arada, ne kadar başarılı olduğu tartışma götürse de epey cüretkâr bir asimilasyon programını da uygulamaya koydu. Ancak Cumhuriyetin bunlardan da önce yaptığı masif bir şiddet kampanyasına girişmek oldu. Ayaklananlarla beraber aile mensupları, ayaklananlara yardım ettiğine hükmedilenler öldürüldü, köyleri yakılıp yıkıldı. Ayaklanma bölgesinin sakinleri yerinden edildi, yerinden edilenlerin mal ve mülklerine el kondu vs. Bütün bu şiddet kampanyası genellikle herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın icra edildi.

Şeyh Sait isyanı iki ay içinde bastırılmış olmasına rağmen, ayaklanma bölgesinde iki sene boyunca askeri operasyonlar yürütüldü. Operasyonlarla ilgili raporlar, ayaklanmaya karıştığı ya da destek verdiği düşünülenlerin yargılanmadan öldürüldüklerini, sakinleri ayaklanmaya karıştığı ya da destek verdiği düşünülen köylerin de ekinleriyle beraber yakıldığını, hayvanlara da el konulduğunu gösteriyor.[6] Söz konusu operasyonların 1927’de Pêçar mıntıkasında yürütülen iki aylık kısmında 280 köyün yakıldığı, 2000’den fazla insanın öldürüldüğü anlaşılıyor. Yaşananlardan ötürü 1927 senesi Pêçar mıntıkasında Serê Vaşnayi şor Sala Şewatê (Yangın Senesi) olarak anılıyor.[7] Benzer bir şiddet dalgası Ağrı isyanının son günlerinde gelmiş görünüyor. Ağrı isyanı 1930’un yaz aylarında savaş uçaklarının ve İran ordusunun da yardımıyla bastırıldıktan sonra isyancıların köyleri yakıldı, isyancılar ve onlara yardım ettiklerine hükmedilenler öldürüldü, mallarına ve sürülerine el konuldu. Ağrı isyanı sonrasında gelen şiddet dalgasının Zilan Katliamı olarak bilinen kısmında öldürülenlerin sayısının 15.000’i geçtiği tahmin ediliyor.[8]

Ancak 1938’de Dersim’de yaşananlar, Dersim isyanında icra edilen şiddetin önceki isyanlar sonrasında icra edilen şiddete benzemekle beraber, neredeyse anlaşılmaz, özel bir ‘fazlalık’ içerdiğini gösteriyor. 1938’de Dersim harekâtı tamamlandığında, binlerce Alevi Kürt öldürülmüş, binlercesi de yerinden edilmişti. 23 Kasım 2011’de Dersim Katliamıyla ilgili devlet arşivlerine atıfla konuşan dönemin başbakanı 13.806 vatandaşın öldürüldüğünü, 11.863 vatandaşın da yerinden edilmiş olduğunu duyurdu.[9]Tanıklıklar öldürülenlerin çoğunun silahsız erkekler, kadınlar ve çocuklar olduğuna işaret ediyor.[10]

Dersim’de olanlar, 1937-8’de başvurulan şiddetin 1925 ve 1930’daki şiddetle hem benzer hem de farklı olduğunu gösteriyor. İsyancıların imha edilmesi, sadece ayaklananların değil yakınlarının ve ayaklananlara yardım ettiğine hükmedilenlerin öldürülmesi, bombardıman uçaklarının kullanılması, köylerin ekinler ve hayvanlarla birlikte yakılması gibi aynı araçların kullanılmış olması Dersim’deki şiddeti öncesinde kullanılan şiddetle benzeştiriyor. Ancak kullanılan şiddetin hacmi ve formları açısından Dersim’de devreye alınan şiddetle önceki isyanlarda uygulanan şiddet arasında önemli farklar var.

Dersim’de ayaklananlar az sayıda olmasına ve kısa sürede etkisizleştirilmelerine rağmen, aralarında kadınların ve çocukların da olduğu binlerce Kürt ayaklanma bastırılmasına rağmen, ayaklanmadan neredeyse bir sene sonra katledilmiş görünüyor. Bu hal Dersim’de toptan bir çözümün peşine düşülmüş olduğunu gösteriyor. Dersim’de kullanılan şiddet biçimleri de öncekilerden farklı olmuş görünüyor. Öldürülenlerin naaşlarının yakılması Dersim’e özgü bir şiddet biçimi gibi görünüyor. Katliamdan kurtulan Dersimlilerin ve katliam esnasında görevli askerlerin tanıklıkları, öldürülenlerin naaşlarının yakıldığını ve nehre atıldığını gösteriyor.[11] Yetim kızların evlatlık alınması da Dersim’e özgü bir şiddet formuna benziyor ve Dersim’den 1915’e bir hat çizilebileceğini gösteriyor. Katliamın yetim bıraktığı çok sayıda kız çocuğunun subaylar ve memurlarca evlatlık olarak sahiplenildiği, bir kısmının da Elazığ’da açılan yatılı okula gönderildiği anlaşılıyor. Ancak Dersim’deki şiddeti iyice benzersiz kılan zehirli gaz kullanılması olsa gerek. Katliam esnasında emniyet mensubu olan İhsan Sabri Çağlayangil 1987’de Kemal Kılıçdaroğlu’na verdiği bir mülakatta mağaraya saklananların fareler gibi zehirlenerek öldürüldüğünü anlatmıştır.[12]

Hülasa, Cumhuriyetin ilk Kürt isyanlarına bakışı ve isyanlar esnasında ve sonrasında yaptıkları, isyanların envai fenalığın bir araya geldiği hadiseler olarak görüldüğünü ve envai fenalıkla bastırıldığını gösteriyor. Öte yandan ilk dönem Kürt isyanlarında olanları bir dönem parantezine sıkıştırmak, çok özel koşullara bağlamak çok doğru olmasa gerek. İlk dönem Kürt isyanlarının öncesinde ve yakın zamanlarda olanlara bakıldığında ilk isyanların öncesinden bugüne bir hat çizilebileceği kolaylıkla görülüyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz