İbrahim Sediyani’nin yeni makalesi: “Zap Suyu’nu Ege ve Akdeniz’e Akıtan Aydın Öğretmen: Fikret Yaşar”

0
15
Zap Suyu’nu Ege ve Akdeniz’e Akıtan Aydın Öğretmen: Fikret Yaşar

İbrahim Sediyani

Yaşadığımız bu fani hayatta, insana acı veren, üzen pekçok şey var. Bunlardan biri de, çok sevdiğiniz yakın bir dostunuzu kaybetmek.

Hakkarili yakın arkadaşım, değerli dostum, üretken Kürt aydını, araştırmacı – yazar Fikret Yaşar Geverî vefat etti. Akciğer kanseri hastalığına yenik düştü.

Hakkari (Çolamerg) ilimizin Yüksekova (Gever) ilçesinden olan Fikret Yaşar, Van (Tuşba)’da tedavi gördüğü hastanede hayata gözlerini kapadı. Fikret abi, uzun bir süredir akciğer kanseri hastalığıyla mücadele ediyordu. Hastahanede yapılan tüm müdahalelere rağmen yaşam savaşını kaybetti.

O sevecen ve babacan yüzüne karşı saatlerce konuşabilirdim ama arkasından ne diyeceğimi bilemiyorum. Üzüntümü tarif edemem.

Her insan ölümü tadacaktır ama yine de her ölüm erkendir, geride kalanlar için.

Mekânı Cennet olsun. Allah gani gani rahmet eylesin. Başta ailesi ve yakınları olmak üzere, tüm halkımıza başsağlığı diliyorum.

Son birkaç yıldır birçoğumuz, belki de hepimiz, hem yakın akrabalarını kaybetmeyi hem de en yakın dostlarını kaybetmeyi sıklıkla yaşıyoruz. Herkes bu duyguya yoğun biçimde muhatap oluyor. Dünya ve insanlık nasıl bir süreçten geçiyorsa artık…

Demek ki artık birbirimize sarılmamız, birbirimizin kıymetini bilmemiz gerekiyor. İnsanların kalplerini kırmayı, kavga ve didişme içinde olmayı terketmemiz icap ediyor.

Yapabileceğimiz en güzel şey galiba bu.

* * *

Fikret Yaşar ağabeyin mütevazi ama dopdolu yaşamı, hem “gundî” (köylü) hem “bajarî” (şehirli) karakteri, başlıbaşına bir araştırma konusu aslında.

Yaşadığı hayat, Kürtler’in ve Kürtçe’nin “makus talihinin” bir serencamı gibi. Üzerine tez yazılabilir, bu hayatın.

Çile dolu bir yaşamla biriktirdiklerini güzel karakteriyle birleştirerek yaşama geri kazandırmaya çalışan bir kalem erbabıydı, O.

1955 yılında, Hakkari (Çolamerg) ilimizin Yüksekova (Gever) ilçesinde doğuyor. Zağros Dağları beşik oluyor kendisine, Zap Suyu ise anne sütü. O yüzden sağlıklı büyüyor. Kutsal Kitaplar’ın “yeryüzündeki Cennet” diye tarif ettikleri Kürdistan’ın muhteşem doğası, sağlıklı biçimde besliyor bu yeni doğan bebeği.

Cici kız “Guldexwîn”in doyasıya yaramazlık yaptığı, hayvanlarla arkadaş olduğu, çiçekleri kokladığı, ağaçlara tırmandığı coğrafya burası. Hangi çocukluk monoton geçer?

Babası devlet memuru ama Hakkarili her aile gibi evlerinde Kürtçe konuşuluyor. İlkokula gittiğinde Türkçe bilmiyor, küçük Fikret. Sınıfta Kürtçe konuşmanın adı ise DAYAK!

Dayak yememek için küçük Fikret, farkında olmadan ağzından Kürtçe bir sözcük çıkmasın diye ağzını sıkı sıkı kapatıyor ama, kardeşi Osman’ın okula geldiği ilk gün Kürtçe konuştu diye öğretmeni tarafından dövülüşünü ve bu yüzden orta parmağının tırnağının morarmasını benim tanıdığım Fikret abi bile hiç unutmamıştı.

İlk, orta ve lise öğrenimini Van şehrinde, Hakkari ve Yüksekova ilçesi ile Şırnak (Şehr-i Nûh) ilinin Uludere (Qilaban) ilçesinde tamamlıyor.

Liseye kadar neden Türkçe konuşmak zorunda olduklarını anlayamıyor. Ancak liseli yıllarda kimliğini, tarihini ve hatta coğrafî sınırlarını soruşturmaya başlıyor. “Erivan Radyosu”nda ve “Bağdat Radyosu”nda yayınlanan Kürtçe müzikler, millî duygularını harekete geçiriyor ve “Özedönüş” başlıyor. Kalbi ve beyni “Adını Arayan Coğrafya”ya doğru duygusal ve fikirsel yolculuğuna başlıyor.

Dîndar bir aileden geldiği halde millî egonun baskısı ile Sol harekete ilgi duyuyor ve tüm Müslümanlar’ın Kürtler’e düşman olduğu algısıyla dîne yabancılaşmaya başlıyor, genç Fikret. Sonraki Fikret abi ise o dönemi anlatırken, “Oysa yıllar sonra anlayacaktım ki, Kürtler’in ezilmişliği ve parçalanmışlığının sebebi dîn değil, dîni millîyetçiliğin ve ırkçı rejimin çıkarı için alet olarak kullananlardı” diyordu bana.

İlk defa lise 3. sınıfta polis karakoluna düşüyor. Yaptıkları bir eylem sonrasında gözaltına alınıyorlar.

Serbest kaldıktan sonra eğitimine kaldığı yerden devam ediyor. Sırasıyla önce Van Eğitim Enstitüsü’nü, ardından da Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi “Kamu Yönetimi” Bölümü’nü bitiriyor.

Mart 1981’de ikinci kez gözaltına alınıyor. Öğretmenlik yaptığı okula gelen bir askerî cip tarafından sorguya götürülüyor. Bir süre Hakkari’de bodrum kattaki bir su deposunda alıkonulduktan sonra Diyarbakır 3 No’lu Cezaevi’ne naklediliyor.

12 Eylül Askerî Darbesi’nin en sıcak dönemi, netekim.

Fizikî yapısından dolayı “örgüt lideri” muamelesi yapılıyor kendisine. Evet, yanlış duymadınız: Sadece tipine bakarak, O’nun “örgüt lideri” olduğuna kanaat getiriyorlar. Gerçi Fikret abi çok yakışıklı bir adam ve hayli karizmatik bir görüntüsü var, yani evet “lider” tipi var, ama “örgüt lideri” tipi var mı, güzellik uzmanı olmadığım için bilmiyorum. Ama onlar “var” demişse, illâ ki vardır. Devletten daha mı iyi bilcez?…

Nihayetinde hiçbir örgütle bağının olmadığı ortaya çıkıyor ama iş işten çoktan geçmiş! Dışarıdaki üniformalılar O’nun hiçbir örgütle bağının olmadığını öğrenene kadar, içerideki prangalılar “örgütlü olmak gerektiğini” güzelce öğretiyorlar kendisine.

4 ay tutuklu kaldıktan sonra, Temmuz 1981’de serbest bırakılıyor. Gözaltına alındığında karlar henüz erimeye başlamıştı, Mart ayıydı; ama serbest bırakıldığında Gever Ovası’nda otlar biçiliyordu.

Kendini yeniden toparlama dönemi 6 ay sürüyor. Eh yani; “örgüt liderliği”nden “sıradan vatandaşlık”a geçiş o kadar kolay mı? Adaptasyon süreci lazım. Ocak 1982’de öğretmenliğe geri dönüyor. Yüksekova ve Hakkari’de memuröğretmenil ve ilçe millî eğitim şube müdürlüklerinin yanısıra değişik illerde öğretmenlik görevinde bulunuyor.

Ancak bir süre sonra, “zorunlu tayin”e tabi tutulduğu için batıya sürülüyor. Sonuçta Türkiye Cumhuriyeti devleti, egemenlik kurduğu topraklarda yaşayan farklı etnik topluluklar ve kültürler arasında kaynaşma ve dayanışmayı sağlamak gibi insanî ve yüce gayeleri kendine ilke edinmiş bir devlet. Böyle olduğu için, prensip olarak, doğuda yaşayan “sakıncalıları” batıya sürüyor, batıda yaşayan “sakıncalıları” da doğuya sürüyor. Böylece halkları ve kültürleri kaynaştırıyor ve bunu yüz yıldır yapıyor.

“Başına devlet kuşu konan” bu insanlardan biri de, Fikret Hoca. O’nu batıya sürüyorlar. Başkent Ankara (Engurî)’nın Polatlı (Polad) ilçesi, yeni görev yeri O’nun.

Yeniden öğretmenlik yapmak, ülkemiz ve yarınlarımız için çocuklara birşeyler öğretebilmek, gelecek nesilleri yetiştirmek umudu ve heyecanıyla Polatlı’ya giderken yolda bir Kürt’le karşılaşıyor. Bu şahıs, Polatlı’yı iyi bilen biri. Beraber yolculuk ederken, arkadaş olup sohbet ediyorlar. Hani “Hollywood” yapımı gizem filmlerinde olur ya, onun gibi.

O Kürt arkadaşı, şehrin yarısının Kürt yarısının Türk olduğunu, ilçede bulunan iki seyahat acentesinden birinin Türk diğerinin de Kürt olduğunu, köylerin Türk köyleri ve Kürt köyleri diye ayrıldığını anlatıyor. Akabinde de, “Dûâ et ki Türk köyüne düşmeyesin” diyor kendisine.

Hayatı boyunca Hakkari ve Van dışında bir yer görmemiş olan Fikret Hoca ise ağzı açık dinliyor bunları. Feqîro Fikret abê; başka bir vilayete değil, başka bir gezegene gidiyor duygusuyla seyahat ediyor otobüs koltuğunda.

Arkadaş, dûâ mı ettin yoksa beddûâ mı, şans mı desek kısmet mi, yoksa Ahura Mazda yerine yanlışlıkla Tengri’ye mi dûâ ettin, kader O’nu Türk köyüne yönlendiriyor.

Ancak Fikret Hoca’yı bekleyen asıl sürpriz, öğretmenlik yapmaya gittiği köye vardığında. O daha gelmeden, köy çalkalanıyor. Köylüler kendi aralarında, “Köyümüze Hakkarili bir öğretmen gönderiyorlar. Bu teröristi köyümüze sokmayalım!” diyorlar. Erkek, kadın, çocuk; tüm köylüler ayakta. Necip hatta necip fazıl köylüler, vatanı kurtarmak için seferber olmuş. Öyle ki, “Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi.” Gerçi gelen şahıs öğretmen ama olsun, sonuçta Hakkarili, öyleyse bu da “okumuş terörist”.

     Kürt olduğu için köye alınmıyor, Fikret Hoca. İnanılmaz ama gerçek: Köyün öğretmenini köye bile sokmuyorlar!

Polatlı Türk Köyleri Özerk Şamanist İslam Cumhuriyeti’ne giriş vizesi alamayan Fikret Hoca, ertesi gün istifa etmek zorunda kalarak memleketine, Hakkari – Yüksekova’ya geri dönüyor.

Millî Eğitim Bakanlığı’nın ve Turizm Bakanlığı’nın taşra teşkilâtlarında memur, öğretmen ve idarecilik görevlerinde bulunuyor, sonraki süreçte.

1984 Yerel Seçimleri’nde “devrimci kesimi temsilen” görev alması rica ediliyor kendisinden. Daha dört yıl önce devlet kendisine “örgüt lideri” payesi vermeye çalışırken, şimdi de devletle kavgalı olanlar kendisine “devrimci güçlerin temsilcisi” payesi vermeye çalışıyorlar.

Yakışıklı olmak başa bela işte, dostlar. Nereye gitsen, hep en yüksek rütbe. Bir tık aşağısı kurtarmıyor! Anlaşılan iki taraf da garibim Fikret Hoca’ya öğretmenlik yaptırmayacak…

Aslına bakılırsa, kendi halinde bir adam olan Fikret Hoca’nın o dönemler tek istediği şey, mesleğini yani öğretmenlik yapmak. Sobayla ısınan sıcacık bir sınıfta, tahtanın önünde durup dünya tatlısı çocuklara ders anlatmak. Tek hayâli budur, bu güzel adamın. Ama o dönem öyle bir dönem ki, memleketin taşı toprağı siyaset kokuyor. 7 yaşın üstündeki ve 70 yaşın altındaki herkes ideolojik!

Fikret Hoca içinden isyan ediyor, kendine bir çıkış yolu açması için Allah’a dûa ediyor, “Kurtar beni bu durumdan. Ben sadece öğretmenlik yapmak istiyorum, sadece çocuklarla beraber olmak istiyorum. Ben ne anlarım Faşizm’den Komünizm’den?! Lütfen Allah’ım, bana yardım et” diye yakarıyor ama nafile. O’nun “imtihanı” da böyle. Gâh dört duvar arasında bozkurt işareti yapan üniformalı ve hilal bıyıklı birinden dayak yiyor, gâh sol kolunu havaya kaldırmış ve “Kahrolsun”lu “Yaşasın”lı sloganlar atan Nietzsche bıyıklı adamların arasında – kim vurduya gitmemek için – ortama ayak uydurmaya çalışıyor.

Haa bir de, “devrimci güçler” diyorlar ya, öyle gerçekten de ırkçı – şovenist rejimi yıkmaya çalışan, gerici Kemalist resmî ideolojiye karşı bir başkaldırı anlamayın sakın! Hakkari’de bir aşiret var, geniş bir aşiret olduğu için bunun reisi her seçimde kazanıyor, bu seferki belediye seçimlerinde Hakkari’de ona karşı üstünlük sağlamak için biraraya gelmişler ve seçime ortak girecekler. “Devrimci güçler” gibi cakalı laflardan kasıt, alt tarafı bu yani.

Pinyanişi Aşireti Lideri Mustafa Zeydan’ın Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP)’nden aday olması üzerine devrimci güçler + Halkçı Parti (HP) + Anavatan Partisi (ANAP) üçlü bir ittifak kurarak ortak bir cephe ile Zeydan’a karşı seçime giriyorlar, Hakkari’de. Yapılan seçimlerde “devrimci kanattan” iki kişi Hakkari Belediye Meclis Üyeliği’ne seçiliyorlar ki, bunlardan biri Fikret Yaşar.

Bir yıl sonra ise, 2 Kasım 1985’te, Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) ile Halkçı Parti (HP) birleşerek Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) adını alıyor, mâlumunuz.

1986 yılında öğretmenliğe geri dönüyor, Fikret Hoca… Şanlıurfa (Riha) ilimizin Bozova (Heweng) ilçesine tayin ediliyor, ama burada kaldığı süre içinde birkaç kez askerler tarafından soruşturmaya alınıyor. Görev yerini terkederek, bir zamanlar kendisini kovalayan Ankara’ya kaçmak zorunda kalıyor. Ama orada öğretmenlik yapmak için değil; insan gibi öğretmenlik yapabilme imkânını insanî yollardan bulamadığı için, bunu ANAP Hükûmeti’nden “torpil” ve “hatır” ile halletmek amacıyla gidiyor. Zaten ANAP Hükûmeti “benim memurum işini bilir” hükûmeti olduğu için zor olmuyor bunu becermesi: Seçimde ANAP ile kurdukları ittifaktan faydalanarak memleketi Hakkari’ye tayinini yaptırıyor.

Hakkari’den Yüksekova’ya, oradan da “Hakkari Millî Eğitim Şube Müdürü” olarak Hakkari merkeze atanıyor.

Nerdeeen nereye?… Turgut Özal döneminde sadece devlet değil, devletin memuru da “bir koyup üç alıyor” yani, anlayacağınız.

Fakat nereye kadar? Sonuçta hem Kürt hem yakışıklısın; sana rahat bir nefes aldırırlar mı?… 1993 yılında “bölücü” (!) düşüncelerinden dolayı Hakkari Millî Eğitim Şube Müdürlüğü’nden tenzil sınıf yapılarak Karadeniz bölgesine yani Lazistan’a öğretmen olarak sürgün ediliyor.

Yeniden diğer yollara başvuruyor. Sonuçta Fikret abimiz cahil değil ya, öğrenmiş bu yolu. O dönemin SHP Milletvekili Esat Canan vasıtasıyla ANAP Hükûmeti’nin Turizm Bakanı Abdulkadir Ateş tarafından Turizm Bakanlığı Aydın İl Müdür Yardımcılığı görevine atanıyor ve böylece Aydın (Güzelhisar) ilimize yerleşiyor.

Böylece meslekî hayatının birinci dönemi olan “eğitim dönemi” kapanıyor Fikret Yaşar’ın ve ikinci dönemi olan “turizm dönemi” başlıyor.

Hakikaten de nerden nereye?… Dağların kucağından denizlerin kucağına.

Ama bundan sonraki hayat biraz şaşaalı. Netekim eğitim konusunda oldukça geri kalmış bir ülkeyiz, binaenaleyh turizm alanında dünya birincisiyiz.

Aydın’da görev yaptığı sürede aslî görevinin yanısıra Davutlar Gençlik Kampı Yöneticiliği, Mavi Bayrak Projesi Aydın Komisyon Başkanlığı, Avrupa Birliği (AB) Destekli Türkiye Menderes Havzası Çevre Projesi Komisyon Üyeliği, Aydın Turizm ve Tanıtma Derneği Başkanlığı görevlerini de yürütüyor. Mâşallah yani; O’nun adı Fikret, on parmağında on marifet.

“1995 Aydın Turizm Envanteri” ve “1998 Aydın Turizm Envanteri” adlı kitapların yazımında “editör” olarak görev alıyor.

Daha sonra Antalya (Adalya) ilimize geçici görevle Turizm Bakanlığı Antalya İl Müdür Yardımcısı olarak atanıyor.

Antalya’da aslî görevinin yanısıra 2004 Yılı Antalya Turizm Planı Çalışma Grubu” ve Mavi Bayrak Çevre Projesi” çalışmalarını da yönetiyor. Sadece bunlar mı? Değil. Okuyucuyu yormamak için hepsini birden sıralamıyorum. Bunların yanısıra; Antalya Turizm ve Tanıtma Derneği BaşkanlığıKonyaaltı Kepez Lara ve Beldibi Otelciler ve Turistik İşletmeler Birliği (KOTEB) BaşkanlığıAkdeniz Turistik Otelciler ve İşletmeciler Birliği (AKTOB) ÜyeliğiAntalya Ticaret ve Sanayiî Odası (ATSO) Üyeliği ve Seyahat Acentesi ve Otel Yöneticiliği görevlerinde bulunuyor.

Sen öğretmen olarak eğitime bunca yıl hizmet ver, sonra da turizmci olarak turizme bu kadar hizmet ver, ama sporu bu hizmetlerinden mahrum bırak, olur mu? Olmaz tabiî. Spora da el atıyor, Fikret abi. Antalya’da, Antalya İl Satranç Hakemliği de yapıyor.

Kültür Bakanlığı ile Turizm Bakanlığı’nın birleşmesi ve Kültür ve Turizm Bakanlığı adını alması sürecinde bakanlık tarafından tekrar Aydın iline uzman kadrosuyla tayin ediliyor ve istekdışı bu atamadan dolayı emekliliğini isteyerek görevinden ayrılıyor.

Emekliye ayrıldıktan sonra da boş durmuyor. Demokratik Toplum Partisi (DTP) Antalya İl Başkan Yardımcılığı yapıyor. Teklif üzerine DTP’den 2007 Aydın Milletvekili Aday Adaylığı başvurusunda bulunuyor.

Değişik illerde çeşitli sosyal çalışmalarda görev yaptıktan sonra tekrar memleketi Yüksekova’ya yerleşiyor ve burada dağcılık faaliyetlerinde bulunuyor.

Benim Fikret Yaşar’la tanışmam, bütün bunlardan sonra, 2011 yılındadır. O tarihe kadar, ikimiz de çok şeyler yaşamış, bunların sonucu olarak, hem çok şeyler kazanmış hem çok şeyler kaybetmiştik.

Türkiye’de asimilasyon politikaları sonucu isimleri değiştirilen yerleşim birimlerinin Kürtçe, Arapça, Ermenîce, Gürcüce, Lazca, Rumca ve Çerkezce olan eski gerçek isimlerini geri alabilmek için 25 yıldır hiç bıkmadan ve yorulmadan mücadele eden bir insandım. 2011 başında “Bütün İsimlerimizi Geri İstiyoruz” adlı bir girişim başlatıp “Masa-yı Esma” (İsimler Masası) kurdum. Van İnsan – Der, Hakkari Özgür Yaşam Derneği, Norşin Akabe – Der ve Erciş Şafak – Der adlı dört derneğin çatısı altında başlattığım ve Ufkumuz sitesinin evsahipliği yaptığı “Bütün İsimlerimizi Geri İstiyoruz” girişiminin sözcülüğünü yapıyordum. Fikret Yaşar bu mücadelemize en güçlü şekilde destek veren aydınlardan biriydi ve o vesileyle tanıştık.

Tanıştıktan sonra da irtibatı hiç koparmadık ve muhabbetimiz daima en sıcak bir şekilde devam etti.

O’nun gibi güzel bir insanla tanıştığım için kendimi bahtiyar hissediyordum. Böyle bir dostumun olması beni müthiş mutlu ediyordu. O’nun gibi insanların sayısının artmasını ülkemiz için tüm içtenliğimle diliyorum.

Son yıllarında daha çok kalemle iştigal ediyordu ve çeşitli yayın organlarında biribirinden değerli araştırmaları ve makaleleri yayınlandı. Okuyuculara kazandırdığı geniş perspektif ve Kürt tarihi ve Kürtçe hakkında yaptığı değerli araştırmalarıyla kamuoyunda sevilen ve sayılan bir Kürt aydını olarak isim yaptı.

Evli ve üç çocuk babasıydı. 69 yıllık ömrüne o kadar çok şey sığdırdı ki, ailesi kendisiyle ne kadar iftihar etse azdır.

Fikret Yaşar’ı kaybettik.

Hâlâ inanamıyorum. Keşke Kürtler, nasıl büyük bir değeri yitirdiklerinin idrakinde olsalardı.

O, kıymeti yeterince bilinmemiş gerçek bir Kürt aydınıydı.

Bir keresinde, Mezopotamya tarihine baktığımızda; tüm istilâcı güçler geldikleri emanet coğrafyada tutunabilmek için toplum hafızasıyla oynamışlardır” demişti bana. Ardından eklemişti: “Bu yöntemin hâlâ devam ediyor olması gelişmişlik sorunuyla ilgilidir.”

Dopdolu ve komple bir insandı, Fikret Yaşar. Tam 5 dil biliyordu, bu yakışıklı adam. Kürtçe ve Türkçe dışında bildiği diller ve dereceleri şu şekilde: İngilizce (Up. Int. Md.), Rusça (Bgn.) ve “gönül dili” (Up. Int. Md.).

İnsanlarla sohbetini hep en güzeli olan sonuncusuyla yapıyordu.

O yüzden, O’nu tanıyıp da sevmeyen bir kişi var mıdır, sanmıyorum.

Kürtçe’sini yasaklayan, öğrencilik ve öğretmenlik yıllarında kendisine bunca sıkıntıyı yaşatan, Kürt düşmanlığı yapan o yakışıklı olmayan çirkin insanlar hariç.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz