Cibranli Halit Beyin Hayatı ve Davası Üzerine Notlar

0
23

halit_bey-sam Kürd Araştırmaları: Halit Bey’in bağlı bulunduğu aşiret olan Cibran aşireti ile ilgili bilgi verebilir misiniz? Aşiret ne zaman şimdiki bölgesine yerleşti, buradaki mukim kesimlerle nasıl bir ilişki geliştirdi? Aşiretin, Hamidiye Alayları içindeki faaliyeti ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Said Sever*: Cibranlılarla ilgili yapılan detaylı bir çalışma yoktur. Cibranlıların bileşenleri dikkate alındığında ve açık kaynaklardan alınan bilgilere göre sekiz ayrı aşiretin birleşiminden meydana gelen bir aşiretler konfederasyonu olduğunu görmekteyiz. Kürtler üzerine araştırmalar yapan M. R. Izady, Cibranlıların “Cıbran (Gewran) Konfederasyonu (Bingöl’ün kuzeydoğu kesimlerinde) Aliki, Aqa (Areboyi), Ezdinani (Ezdini), Mamakan, Muhil (Moxilî), Şeyhakan (Şexki), Şaderi (Şadi), Torini.”[1]aşiretlerinden müteşekkil olduğunu yazmaktadır. Bunlara Abdulbari Han’ın çalışmasında işaret ettiği gibi “Qerbaşi ve Cibran mıntıkasında yaşayan Dimili aşiretlerinden Suweydi, Zikti, Tawsi ve Ömeri” [2]gibi aşiretlerin bazı kollarını da eklemek gerekir.

Aşiretler üzerine çalışmalar yapan İbrahim Bozkurt, Faiz Ebu Fevre’nin ‘Aşairi Filistin’ adlı eserine dayanarak Cibranlıların, Selehaddin-i Eyyubi ile beraber Kerkük bölgesinden Kudüs’e geldikleri, savaşlara öncü kuvvet olarak katıldıkları ve daha sonra Halep’ten Lübnan’a kadarki bölgede dağıldıklarını yazmaktadır. Hakeza M.R. İzady, Mısırlı Ansiklopedist El-Ömeri ve Tarihçi Maqrizi, “Masalik el- Ahsar ve el-Suluk” adlı eserlerine dayanarak Kürt klanlarının yerleşimleri ve göç hareketleri hakkında şunları söyler:

“Bu yeni Kürt yerleşimler dalgası, Lübnan’a ve Suriye’nin kıyı kesimlerinin, tamamen Araplaştırılmalarına rağmen, Kürtçe kökenlerine kolayca dayandırılabilecek isimlere sahip Kürtler getirmişti. Tanınmış Lübnanlı ve Suriyeli aileler olan Cumpolat ve Canpolad, Berazi ve Barazi, Atraş ve Artuş, Gibran ve Cibran, Mantaşa ve Mand ve Kurdali aileleri, günümüzde asıl Kürdistan’da var olan, bu Kürt aile ve klan isimlerini korumuşlardır.”[3]Cibranlıların daha sonraki yıllarda ağırlıklı bir kısmının kuzeye yönelerek Viranşehir-Derik hattına yerleştiklerini biliyoruz. Osmanlı belgelerine göre Cibranlılar, 1700’li yıllardan sonra Sancak-Karlıova-Varto-Bulanık bölgesine geldiler ve buradan yayıldılar. Cibran konferasyonunun yönetici ailesinin Mala Suwar olduğunu da biliyoruz.

Halit Bey’in çekirdek ailesinden bahsedebilir misiniz? Babasının Hamidiye içindeki görevi neydi? Onun 1882 yılında doğduğunu, on yaşındayken İstanbul’daki Aşiret Mektebine gönderildiğini biliyoruz. Çocukluğunun ilk on yılına dair elinizde ne tür bilgiler var? Bu süreç içinde eğitim görmüş müydü veya sonraki hayatını etkileyecek çapta bir olay başına gelmiş midir?

Halit Bey’in mensubu olduğu aileye ‘Mala Suwar’ veya ‘Mala Swêr’ denmektedir. Suwar isminin dedeleri Şeyh Suwar’dan[4] geldiği tahmin edilir. Bilinen dedeleri Derwiş Budak, Şeyh Suwar, Topal Haydar’dan sonra üç babaya ayrılırlar. Halil, Maksut, Fendi. Aile, üç babadan sonra Xelilan, Meksudan ve Temıran diye üç kola ayrılırlar. Halil Ağa, Halit Bey’in dedesinin dedesidir. Halit Bey’in babası Mahmut Selim Bey’dir. Mahmut Selim Bey, Varto merkezde kurulan 33. Cibran Alay Komutanıdır. Hamidiye alaylarının teşkiline karar verildiğinde Cibranlılara dört alay kurma hakkı verilmiştir. 31., 32., 33. ve 36 nolu alaylardır. 36. Alay Karlıova, Oğnut’ta (idari olarak Genç’e bağlı), 31. ve 33. alaylar Varto’da, 32. Alay ise Şiraz’da (idari olarak Hınıs’a bağlı) kurulmuştur. Mahmut Selim Bey, bilahare Van vilayetinde mutasarrıflığa atanmış, 1898 yılında Varto’da aşiretler arası kavgayı yatıştırmak için olay mahalline ( Leylek Tepesi) intikal ederken kaza sonucu hayatını kaybetmiştir. Halit Bey’in çocukluktaki ilk on yılını nasıl geçirdiğine dair elimizde somut bir bilgi yoktur. Muhtemelen bölgedeki bazı dini alimlerden dersler almıştır.

1892-1902 arası gençliğinin ilk dönemlerini Aşiret Mektebinde geçirdiğini biliyoruz. Onun İstanbul hayatına dair ne söyleyebilirsiniz? Okulda nasıl bir eğitim görmüştü? Okul dışında kalan zamanlarında İstanbul’daki aristokrat aileler, Kürt okumuşları ve Kürt kolonisi ile bir ilişkisi var mıydı? Bu süreçler içinde Varto’yla, Kürdistan’la ilişkileri nasıldı?

Aşiret Mektebi, Osmanlıya ‘çimento’ olsun diye kurulan ve Sultan II. Abdülhamid’in özel önem verdiği okuldur. Bu nedenle öğrencilerin bir an önce mezun verebilmesi için yedi yıllık olan müfredat sıkıştırılarak beş yıla indirilmiştir. Hakeza Aşiret Mektebinden mezun olan öğrencilerin başarı sıralamasına göre gönderildikleri Mülkiye ve Harbiye okullarında aynı yöntem tatbik edilmiştir. Günlük yaşam ve müfredata gelince Osmanlıya sadakat ve disiplin,“olmazsa olmaz”dır. Aşiret Mektebi üzerine araştırmalar yapan Alişan Akpınar ve Eugene L. Rogan, ‘Aşiret-Mektep-Devlet’ adlı ortak çalışmalarında okulun müfredatı konusunda şunları söylemekteler:

“Müfredat özünde rüştiye ve idadilerdeki programların bir birleşimiydi ve yedi yıllık program beş yıla sıkıştırılmıştı. Öğrencilerden beş yılın sonunda klasik Arapçaya ve Osmanlıcaya hâkim olmaları bekleniyor ve bunun dışında üç yıl Fransızca ve iki yıl Farsça dersleri veriliyordu. Ayrıca, İslam bilimleri, beşerî bilimler ve aritmetik alanında temel eğitim sağlanıyordu. Öğrencileri mülki ve askeri akademideki yüksek eğitime hazırlamak için daha teknik bir eğitim programı ön plana çıkarılmıştı.”[5]

Aşiret Mektebi öğrencilerinin dışarı ile teması yasaktır. Çıkmalarını gerektiren bir durum olduğunda refakatçi eşliğinde çıkabiliyorlardı. Memleketleriyle ilişkilerinde aynı kriterler uygulanıyordu. Olağanüstü durumlar dışında ailelerinin yanına gitmelerine izin verilmezdi. Bu koşullar altında Aşiret Mektebi bitimine kadar İstanbul’daki Aşiret Mektebi öğrencilerinin, Kürt aristokrat ailelerinin çocukları veya Kürt okumuşlarla ilişki kurabilme zemini olmadığı anlaşılıyor. Harbiye ve Erkanı Harbiye dönemlerinde ise okul içerisinde tartışmalar ve farklılaşmalar başlamıştır. Özellikle Balkanlardan esen milliyetçilik rüzgarları öğrencileri etkilemiş, farklı milliyetlere mensup öğrenciler arasında gruplaşmalar başlamıştır. Osmanlıcılık giderek ortak aidiyet olmaktan çıkarken, İslamcılık giderek ön plana çıkarılmıştır. Halit Bey’in geldiği çevre dikkate alındığında muhafazakâr olduğu ve Harbiye yıllarında Kürt milli hissiyatının geliştiğini söyleyebiliriz.

İstanbul’da yaşadığı süreçler boyunca Osmanlının siyasetinde keskin dönemlerin olduğunu biliyoruz. Okulun politik hüviyetini akılda tutarak sormak isteriz: Abdülhamit’in müstebit politikalarını nasıl karşılamış olabilirdi? Keza Jön Türkler, İTC ve İTC’nin çekirdek kadrosunda yer alan A. Cevdet ve İ. Sükuti ile herhangi bir teması var mıydı? Giderek İstanbul surlarına dayanan Osmanlı muhalefetini nasıl karşılamış olabilirdi?

Halit Bey’in İstanbul’da geçirdiği 1892-1902 dönemi Sultan II. Abdulhamid’in İstibdat dönemine tekabül eder. Osmanlı devletinin hızla toprak kaybettiği, 1789 Fransız İhtilali ile imparatorlukların parçalanmaya, ulus devletlerin hızla kurulmaya başladığı dönemdir. İstanbul’daki kaotik siyasal zemin Abdulhamid yanlısı veya karşıtlığı üzerine şekillenmiştir. Aşiret mektebinden başarı ile gelen ve Sultan II. Abdülhamid’in özel ilgi gösterdiği öğrencilerin muhaliflerle temas ihtimali neredeyse imkansızdır. Kaldı ki 1889 İttihad-i Osmani Cemiyetini kuran ve daha sonra İTK çekirdek kadrosunda yer alan Abdullah Cevdet ve İshak Sükûti, 1895 yılında Trablusgarp’a, akabinde Avrupa’ya kaçmak zorunda kalmışlardır. Bu yıllar Halit Bey’in Harbiye’ye başladığı yıllardır. Bu nedenle ne fiziki ne de sosyal ortam itibariyle ilişkiye geçebilme imkânı olduğunu sanmıyorum.

Yaver Yüzbaşı rütbesiyle alayıyla birlikte Filistin cephesine gönderildiğini biliyoruz. Bu cephede nasıl bir faaliyet yürüttü? Alayının tam görevi neydi? Bu cephedeyken II. Meşrutiyet ilan edilmişti, buna ne tepki göstermişti?

Halit Bey, 1902 yılında Yaver Yüzbaşı olarak mezun olduktan sonra Suriye-Filistin cephesine atanır. Halit Bey’le ilgili en büyük sorun resmi kayıtlarda, hangi yıllarda nerelerde görev yaptığına, hangi pozisyonlarda çalıştığına ve hangi cephelerde görev yaptığına dair hiçbir bilgi paylaşılmamış olmasıdır. Hatta Nüfus İşleri Genel Müdürlüğünün kayıtlarında bile Halit Bey’e dair hiçbir bilgi mevcut değildir. Bu nedenle edindiğimiz bilgiler, o dönemi yaşayan insanların sözlü olarak aktardıkları bilgilerden ibarettir.

Halit Bey’in Filistin’e giderken Cibran alayı ile beraber gittiğine dair yazılanları ihtiyatla karşılamak gerekir. Söylenen ve yazılanların yanlış olduğunu söylemiyorum. Yanlış yorumlandığı kanaatindeyim. Şöyle ki Hamidiye alayları nizamnamesinde alayların görev yeri ve yetkileri belirlenmiştir. Bu nizamnameye göre Hamidiye alayları savaş durumlarında Ordu emrine verilerek cepheye gönderilebilmektedir. Bunun dışında görev yerleri ve yetkileri sınırlıdır; ancak bazı özel durumlarda alaylardan sınırlı sayıda kişinin Ordu emrine verilerek başka bir alanda görevlendirilebilmektedir. Örneğin 1313 (1895) Cibran 36. Alaydan 60 kişi Ali Rıza Paşa emrine verilerek Musul ve Kerkük’te asayişi sağlamak amacıyla gönderilmiştir. Buna benzer bir hadise yaşanmış olabilir. Halit Bey’in Suriye-Filistin cephesine giderken alay içerisinden güvendiği tecrübeli bir ekibi beraber götürdüğünü düşünüyorum. Abdulbari Han, Halit Bey’le Filistin cephesine giden yakın akrabalarının anlatımlarına dayanarak ‘Halit Bey’in mahiyetindeki birlikle Cerablus ve oradan Halep bölgesine yerleşir’ [6] diye aktarır. İlk görev yeri olmasından dolayı ilk iki yıl staj yılı kabul ediliyordu. İlk dönemlerde lojistik destek birimlerinde, akabinde İngilizlerin ve Fransızların konumlandıkları cephe hatlarında görevlendirilmişlerdir.

Üzerinde durulması gereken bir başka husus da Halit Bey’in, Arap yarımadasında neden çok uzun süre bırakıldığıdır? Bunun birden fazla sebebi olabilir. Bunların başında yerel halkla iyi ilişkiler kurması ve ciddi bir sorun yaşamamasıdır. Bir başka sebebi ise Halit Bey, İhsan Nuri Bey gibi potansiyeli yüksek olan Kürt subayların, dünya bir paylaşım savaşına doğru giderken Kürdistan’dan uzak tutulmak istenmesidir. Dikkat ederseniz İhsan Nuri Bey de önce Arnavut bölgesine, akabinde Yemen’e gönderilmiştir.

Yine bu cephedeyken, cephenin kadro sosyolojisinin jön Türk mensubu subaylarından ibaret olduğunu ve özellikle de 1908 sonrası bu cepheye bu subayların özel ehemmiyet gösterdiğini biliyoruz. Buradaki Türkçü subaylarla ilişkisi nasıldı? Öbür yandan bu cephenin, cephe gerisinde Arap milliyetçiliği de ivme kazanmıştı. Arap milliyetçilerine ve bu cephedeki halk isyanlarına dair nasıl bir faaliyet yürütmüştü?

Halit Bey, Harbiye’den beri Jön Türk hareketine mesafelidir. Bu mesafeli duruş hep devam edecektir. İTC çevresi 1908 öncesi merkezden uzak cephelerle çok ilgili değillerdir. Bunun temel bir nedeni var: Abdülhamid’i devirme ve iktidarı ele geçirme arzusu. Bu nedenle İstanbul’a yakın olmak zorundalardı. Daha çok Edirne’deki 1. Ordu ile Selanik’teki 3. Ordu’da kümelenirlerdi. Örneğin Mustafa Kemal Paşa, Halit Bey’den üç yıl sonra 1905 yılında Yaver Yüzbaşı olarak mezun olur ve Şam’daki 5. Ordu 30. Süvari Alayına atanır. İki yılını Şam’da geçiren Mustafa Kemal, askeri faaliyetlerle pek ilgili değildir. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurar ve gizliden Selanik’e gider. Selanik’e gizli gittiği fark edildiğinde gizliden geri döner. İki yılın sonunda Selanik’teki 3. Ordu’ya atamasını yaptırır. İttihatçıların bütün çabaları iktidarı nasıl ele geçirecekleri üzerinedir.

Bölgede giderek artan Arap milliyetçiliğine ilave olarak, diğer taraftan Yahudi yerleşimcilerinin toprak edinme faaliyetleri de görülmekteydi. Arap milliyetçilerinin başında Halit Bey’in Aşiret Mektebinden arkadaşı Faysal Hüseyin vardır. Halit Bey’in görev yaptığı dönemlerde ciddi bir sorun yaşanmayacaktır; ancak 1914 yılında Suriye Genel Valiliğine ve 4. Ordu komutanlığına Cemal Paşa atanınca bölge kan gölüne dönecektir. İttihat-ı Terakki’nin üç ‘kudretli’ paşasından biri olan Cemal Paşa, kısa sürede Arap milliyetçilerine karşı giriştiği toplu idamlar, Suriye’ye gönderilen Ermenilerin dağıtılması ve Yahudi yerleşimlere karşı geliştirdiği pratik, tarihe kasap Cemal olarak adını yazdırmasını sağlamıştır.

Dünya genelinde 1913 gibi tarihlerde savaş rüzgarları estiğini ve bu çerçevede aynı tarihlerde alayıyla birlikte Varto’ya tayin edildiğini biliyoruz. Savaşa kadarki süreçlerde neyle iştigal etti? Savaştaki görevi neydi ve cephede neler yaşadı? Tabi bu cephe aynı zamanda soykırımın bütün acımasızlığıyla yaşandığı da bir cepheydi. Soykırım bahsiyle bağlantılı olarak soralım: Halit Bey’in bu soykırıma karşı tavrı nasıldı?

Halit Bey’in 1. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Varto’ya döndüğünü biliyoruz. Savaş başladığında Erzurum cephesinde görevlendirilir. Özellikle Enver Paşa komutasındaki doksan bin kişilik ordu mensubunun Allah-u Ekber dağlarında donmasından sonra, tüm aşiret alayları Muhammed Fazıl Paşa komutasında bir kolordu ve iki tümen şeklinde düzenlenerek cephe hattına gönderilmişti. Kafkas cephesi, Enver Paşa bozgunundan sonra bel kemiğini Kürt aşiret alaylarından müteşekkil savunma hattına dönüştürülmüştür. Aşiret alayları dışında tanınmış Kürt şahsiyetlerden Said-i Kürdi, Seyit Rıza gibi isimler de milis gruplarıyla savunma hattına dahil olmuşlardır. Hatta İstanbul’dan tanıdığımız birçok Kürt aydını Memduh Selim Bey, Ekrem Cemilpaşa, Celadet Bedirhan gibi şahsiyetler gönüllü olarak cepheye gittiler. Bu durum bir realiteyi ortaya koyuyor. Savaş dönemine kadar Kürt aydınları da Osmanlı devletini kendi devleti kabul ediyorlar. İTC’nin pratiği, savaşta yaşananlar ve savaşın sonuçları Kürtlerde farklılaşmaya yol açmıştır.

Cephe hattına gelince, bir tarafta Rus ordusu ve beraberinde Ermenilerin silahlı güçleri, diğer tarafta Osmanlı ordusu ve Kürtler vardır. Yüz yıllarca iç içe yaşamış olan iki mazlum milletin yayılmacı devletlerin hesabına savaşa katılmaları trajedi ile sonuçlanmıştır. Bu noktada Osmanlı ve Rus devletlerince yürütülen siyasetin, Ermeni siyasetçilerin içine düştükleri öngörüsüzlüğün ve Kürtlerde hâkim olan siyasetsizliğin ve örgütsüzlüğün bu trajik sonucun oluşmasında etkileri olmuştur. Bu konu çok kapsamlı ve derinlikli bir meseledir. Söyleşinin boyutları içerisinde izahı oldukça zordur.

Tehcir ya da soykırım hususuna gelince, cephede yaşanan bir hadise değildir. Cephe gerisinde yaşanan bir hadisedir. Soykırımın işleyiş ve mekanizmaları farklıdır. Hadise Kürdistan’la sınırlı değildir, İstanbul’da Kilikya’ya oradan Kürdistan’a uzanır. Merkezi vilayetlerde kurulan komitelerin koordinasyonunda yürütülen çok boyutlu ve kapsamlı organizasyondur.

Halit Bey’in felsefi bakışı, milli ve dini inancı katliamcı-soykırımcı anlayışları reddeder. Halit Bey, Ermeni politikacıların Rusya devletinin desteğine güvenerek Kürtleri yok sayma anlayışlarına elbette karşıdır; ancak İttihatçıları yakından tanır, niyet ve amaçlarını bilir. Bu nedenle savaş döneminde yapabildiği tek şey sivil Ermenilerin kurtulmalarına yardımcı olmaktır.

Savaş sonrasında Halit Bey’in yakın akrabalarının, hatta eşinin öldüğünü, Kürtlerin çok ciddi bir kayba uğradığını biliyoruz. Halit Bey’de Kürtlük bilincinin gelişmesinde bu sürecin rolü olmuş mudur? Daha doğrudan sormak gerekirse Halit Bey’in fikriyatında müstakil Kürtlük ya da Kürdistan düşüncesi ne zaman gelişti?

Halit Bey’de Kürtlük bilinci Harbiye’den beri vardır; ancak kırılma noktası 1. Dünya Savaşı yıllarıdır. Savaşın neticelenmesi Halit Bey’de Kürt istiklali fikrini netleştirmiştir. Bundandır ki savaştan sonra yönünü ne Kemalistlere ne de Padişaha çevirmiştir. Hedefinde Kürtler vardır. Seyyid Abdulkadir ve Şerif Paşa ile ilişkiye geçer. Kürdistan Teali Cemiyeti’nin Kürdistan’da hızla örgütlenmesine destek olur. M. Nuri Dersimi anılarında: “Kürdistan Teali Cemiyeti’nin aldığı karara göre, Memleketteki teşkilat çalışmalarımız Kürd kahramanı Miralay Halit Beg’in öncülüğünde yapılacaktır”[7]diye yazar. Buna benzer bir ifadeyi İsmail Göldaş, Kürdistan Teali Cemiyeti adlı çalışmasında da dile getirir. Göldaş; “Miralay Halit Bey, Cemiyetin ….bölgelerinden sorumlu merkezi düzeyde üyesiydi”[8] der.

Halit Bey’in bir başka dikkat çeken çalışması ise Ehmedê Xanî’nin “Nûbîhara Biçûkan” ve “Aqîda Îmanê” adlı eserlerini bizzat kendisi sadeleştirerek, basıp dağıtıma vermesidir. Bütün yapılan çalışmaları bir arada değerlendirdiğimiz zaman Halit Bey’in düşüncelerinde ne kadar net ve kararlı olduğunu görebiliriz. Şark İstiklal Mahkemesi davalarında, bazı ‘sanıkların’ Nûbîhara Biçûkan ve Aqîda Îmanê adlı kitapları bulundurmaları nedeniyle yargılandıklarını hatırlayalım.

Bir bütün paket olarak soralım: Halit Bey’in Sevr, Şerif Paşa meselesi, İngilizlerin politikası, Wilson’un Kendi Kaderini Tayin Hakkı gibi süreçlerde tavrı nasıldı? Bu süreçlerde Kürdistan Teali Cemiyeti ve Kürt okumuşları ile nasıl bir ilişkisi vardı?

Halit Bey, 1917’den sonra Varto’ya döndüğünde aktif Kürt siyasetine başlar. Bu arada aileye ait tüm köylerin yakılıp-yıkıldığını görür. Bundan dolayı 8-9 ay Alevi köylerinde misafir olarak kalır. Halit Bey, Kalçık köyünde İsmailê Seyidxan’ın evinde kalır. Kardeşleri Selim ve Ahmet Beyler Kovik köyüne, amcası İsmail Ağa Saçix köyünde, amcazadesi Halil Bey, Taçî köyüne yerleşirler. Halit Bey’in 1917-1920 yılları arasında yaptığı çalışmaları birkaç başlık altında toplamak mümkündür. Öncelikle bölgenin ileri gelenlerinden bir danışma ve çalışma ekibi kurar. Bu ekip içerisinde Alevi Kürtlerden İsmailê Seyidxan, Lolanlı Hüseyin Ağa, Ermenilerden Sincar Bey[9], Sünni Kürtlerden İnaklı Zeynel Abidin Bey, Karaseyitli Hacı Derwiş, Varto şeyhlerinden Yusuf Efendi (Usıve Heci Kekê) gibi şahsiyetler bulunur. İlk atılacak adım Alevi ve Sünni Kürtler arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesine çalışmak, bölgede Kürdistan Teali Cemiyeti’nin şubelerini açmak, yapılacak toplantılarla Kürtlerin milli haklarını gündeme taşımak, diplomatik faaliyetlerle yapılacak olan uluslararası anlaşmada Kürtlerin haklarına kavuşmasını sağlamaktır. Tam da bu dönemde asayişi sağlama bahanesiyle verilen bir talimatla Halit Bey 1919 yılında Dersim Ovacık’a gönderilir. Ovacık’a gönderilmesi bir tuzaktır. Yürüttüğü çalışmaların farkındadır, Alevi Kürtlerle karşı karşıya getirmek için Dersim’e gönderilmiştir; ancak hem Halit Bey’in duyarlılığından hem de Dersim aşiretlerinin gösterdikleri saygıdan dolayı, hiçbir olay çıkmadan ve anlaşarak ayrılırlar. Bu durum devlet katını çok rahatsız edecek ve Halit Bey’e derhal geri çekilme talimatı verilecektir.

Halit Bey Varto’ya döndükten sonra yeni bir adım atarak Varto’daki Alevi Kürt aşiretlerle Qeraj mezrasında bir toplantı düzenler. Toplantı Haziran 1920 yılında yapılır ve toplantıya katılım hayli yüksektir. Alevi Kürtlerin tüm aşiret reisleri katılır. Söz konusu toplantı ile ilgili iki yazılı belge mevcuttur: M. Şerif Fırat’ın Doğu ve İlleri Varto Tarihi adlı kitabı ile M. Halit Fırat’ın 75 Senelik Derbeder Bir Hayat Hikayesi  adlı kitabı. Her iki kişi de Hormek aşiretine mensuptur ve devlet yanlısıdırlar. Karşıt düşüncede olan bu şahısların kaleminden yazılması önemlidir. Özetle toplantıda Halit Bey’in konuşmasını şöyle aktarırlar: “600 yıldır Osmanlı bizleri Alevi-Sünni diye ayırarak yönetmiştir. Biz hepimiz Kürdüz. Hepimiz bir ve beraber olursak Sevr Anlaşmasından iyi bir netice alabiliriz. Cemiyet-i Akvam’a gidip haklarımıza sahip olabiliriz. Artık Wilson Prensipleri bizim elimizi güçlendirmektedir. Bu bir fırsattır.” Qeraj toplantısı bardağı taşıran son damladır ve fazlasıyla etkileri olacaktır. Toplantının hemen akabinde Hormekli Halil Ağa’nın komutasında 70-80 kişilik silahlı grup Kovik köyünü basar ve Halit Beg’in akrabalarından 6 kişiyi öldürür. İş bu kadarla sınırlı kalmayacaktır. Bundan sonrasını kendisi de Lolan Aşiretine mensup olan Burhan Kocadağ’ın yazdıklarından aktaralım: “Muş mutasarrıfı Muş’a ve Nazım Bey de Erzurum’a dönerken Lolan ve Hormek muhtarlarının mazbatalarını orduya verip, Cibranlı Halit’in milli hükümete karşı bir isyan çıkarmak istediğini ve Kürt istiklali için çalıştığını, Hormek ve Lolan halkının kendisine uymadıklarından hem onlara saldırdığını ve hem de hükümetin emriyle tedip etmek için isyan ettikleri iddia ettiğini anlatmışlardı. Bu durum karşısında Kazım Karabekir Paşa, Hallo ile arkadaşları için idari bir af çıkarmıştı.

Bu hadiseden sonra Cibranlı Halit Bey’in, milli hükümete karşı cephe aldığı kolorduca şüpheli görülmüş, bölgedeki aşiretlerin başından ayrılması düşünülmüş ve bu sebeple Erzurum’a çağrılarak miralaylık rütbesi baki kalmak şartıyla kolordu divanı muhasebat komisyonu reisliği ödevi ile Erzurum’da alıkonulmuştu.”[10]

Erzurum Kongresi’ne katılmayan, Kürtlerin birliğini sağlamaya çalışan, Sevr uygulanması için çaba gösteren Halit Bey, artık çok ‘tehlikeli’ olmaya başlamıştır. Bu nedenle rütbesi dondurulmak suretiyle Erzurum Kolordu Muhasebat Daire Başkanlığı gibi pasif bir göreve atanır. Böylece Halit Bey’le ilgili isyana kalkışmak iddiasıyla ilk ihbar 1920 yılında yapılır.

Halit Bey’in Mustafa Kemal ile eskiye dayanan bir görüşmesi veya ilişkisi var mıydı? Mustafa Kemal hareketi, Karabekir ve diğer kadrolarla ilk ilişkileri nasıldı? Kongrelere uzak durmasının altındaki temel mesele neydi?

Okul yıllarında tanışmışlıkları var mı bilemiyoruz. Halit Bey’in Harbiye girişi 1897, Mustafa Kemal Paşa’nın 1899’dur. Mustafa Kemal Paşa, Halit Bey’den iki yıl sonra Harbiye’ye girmiş, üç yıl sonra mezun olmuştur. Daha sonra 1905-1907 yıllarında Şam’a atanan Mustafa Kemal Paşa ile görüşüp görüşmediklerini bilmiyoruz. Bütün mesele Erzurum Kongresi ve sonrası yıllarıdır. Halit Bey, Erzurum Kongresi’ne resmi olarak davet edildi. Buna dair elimizde resmî belgesi var. Halit Bey, mazeret beyan ederek katılmadı. Bunun nedeni son derece açıktır. Türkçü çizgi ile Kürtçü çizginin ayrışmasının bir sonucudur.

Mustafa Kemal Paşa ile Halit Bey’in son görüşmesi 1924 yılının Ekim ayıdır. Görüşmeye dair aile kaynaklarından bilgiye sahibiz. Ayrıca 1924 görüşmesi, Sovyetler Birliği’nin Erzurum Konsolosluğu tarafından Moskova’ya rapor edilmiştir. Olayın gelişimi şöyledir: Mustafa Kemal Paşa, Hasankale depremi bahanesiyle bölgeye bir gezi düzenler. Asıl amacı bölgede olup-bitenleri yakından izlemektir. 4-7 Ekim 1924 tarihleri arasında Sarıkamış’a uğrar. Muhsin Karakurt’un iddiasına göre; “Karakurt Nahiye Müdürü Hüseyinzade Halil ve kardeşi Abbas Beyleri evlerinde ziyaret eder. Esasen bu tarihlerde Doğu Anadolu Bölgesi’nde bazı sosyal depremlerin olacağı duyumu da alınmıştır. Bazı aşiretler, Miralay Halit Bey liderliğinde isyan hazırlığı içindedirler…Kendisiyle, çok iyi tanıdığı Cibranlı Halit Bey ile ilgili istişare yapmıştır. (Nitekim Reisicumhurun gidişinden hemen sonra Hüseyin Zade Halil Bey ile Cibranlı Halit Bey, Karakurt Nahiyesi’nde buluşmuşlar ve düşünülen isyan hakkında konuşmuşlar. Ancak her iki taraf birbirlerini ikna edememişlerdir.”[11] Akabinde Erzurum’a gelen Mustafa Kemal, Halit Bey’le bir akşam yemeğinde görüşmek ister. Görüşme gerçekleşir; ancak görüşmedeki atmosfer son derece gergindir.[12]Söz konusu görüşmeden de sonuç alamayan Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya dönüşünden sonra son kez Halit Bey’e, Hoca İlyas Sami’yi gönderecektir. Halit Bey, İlyas Sami ile görüşmeyi reddetse de İlyas Sami evine kadar gelerek tekliflerini yapar ve Halit Bey yapılan bütün teklifleri reddedecektir.

Kısaca Azadi örgütünden bahsedebilir misiniz? Halit Bey bu örgütün tam olarak neresinde yer alıyordu, örgütün fikir babası kimdi? Süreç içinde hedefleri neydi, stratejisi nasıldı? Neden başarılı olamadı, size göre en önemli hatası veya yetmezliği neydi?

Cemiyetin orijinal adı Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti’dir.  Kısa adı Kürdistan İstiklal Cemiyeti’dir. Azadi sonradan yazanlar tarafından kullanılır. 1920’nin son günleri veya 1921 ilk aylarında kurulduğu tahmin edilmektedir. Cemiyetin kurucularından Binbaşı İsmail Hakkı Saweys, ‘Kürdistan İstiklal Komitesi’ adlı makalesinde cemiyetin 1921 yılında Erzurum’da Miralay Halit Bey’in başkanlığında kurulduğunu söyler. Cemiyetin bir başka önemli ismi İhsan Nuri Paşa’nın yazdığı 1925 yılında Bağdat’ta El-İstiklal basımevinde yayımlanan raporudur. Şöyle diyor İhsan Nuri Paşa “Büyük yurtsever, görkemli şehit Cibran aşireti reisi Albay Halit Beg’in organize ettiği o meşhur ‘Kürt Komitesinin’ bahs etmenin zamanı geldi…” “Daha sonra bu başkaldırıyı örgütleyen ulu yurtsever Xalit Begê Cibri, ikinci bir cemiyet kurarak Kürt toplumu içindeki yerini aldı.”

Ayrıca Sovyetler Birliği Erzurum Konsolosluğunun 1922 yılından 1925 yılına kadar günü gününe gönderdiği sayısız raporlar, İngiliz Hava Kuvvetleri arşivinden çıkan belgeler, Fransız istihbaratının 1921 yılında İstanbul’da merkeze gönderilen Erzurum Kürt Komitesine dair rapor şunu ortaya koyar: Hareketin merkezinde Halit Bey vardır. Fikir babası da kendisidir. Gerek gönderilen raporlarda ve gerekse KİC’nin 20.12.1922 tarihinde Sovyetler Birliğinin Erzurum Konsolosu Pavloskiy’e sunduğu on maddelik protokol metni ve 04.01.1923 tarihinde Halit Bey tarafından Lenin’e hitaben yazılan mektubunda “Bağımsız bir devlet kurmak amacıyla çalıştıklarını, kendilerine yardım edilmesi halinde genel bir ayaklanmaya hazır olduklarını” söyler.

Strateji lokal değil, genel bir ayaklanmadır. Başarısızlığın birden fazla sebebi var. Dış destek sağlanamamıştır. Hem Bolşevikler hem İngilizler Kemalist hareketi desteklediler. 3 Eylül 1924 yılında İhsan Nuri Paşa liderliğindeki Beytüşşebap ayaklanmasının başarısız olması cemiyetin deşifre olmasına yol açmıştır. Hareketin lideri Halit Bey’in, cemiyetin siyasi ve askeri kadrolarının tutuklanması veya yurt dışına çıkmak zorunda kalmaları, Şeyh Said Efendi’nin Hınıs’tan çıkıp Diyarbakır’a yaptığı gezi, provokasyon sonucu Piran’da patlamasıyla yenilgiyi kaçınılmaz hale getirmiştir.

Halit Bey’in Erzurum hayatına dair ne söyleyebilirsiniz? Burada Şeyh Said ile sıkça görüştüğünü biliyoruz. İkisinin arasında nasıl bir ilişki vardı? Bu ilişkinin Azadi örgütüne etkisi ve isyanın sevk ve idaresinde nasıl bir yansıması oldu? Halit Bey eğer tutuklanmasaydı, isyanın gelişimi ve sonucu üzerinde nasıl bir etkisi olurdu? Ve siz isyanı nasıl karakterize edersiniz? Başarılı olsaydı ne olurdu?

Devlet Halit Bey’in, daha yakından takip etmek ve kontrol altında tutmak amacıyla Erzurum’a atamasını yapmıştır; ancak bu durum Halit Bey için yeni imkanlar da yaratmıştı. Erzurum merkezi bir yerdir. Kürdistan’ın diğer yerleşim yerleriyle ilişki o günün şartlarına göre daha kolaydır. Bütün büyük devletlerin temsilcilikleri mevcuttur. Diplomatik faaliyetlerin yürütülmesine imkân sağlanmaktadır. Kolordu düzeyinde askeri birlik mevcuttur ve askeri birliklerde görev yapan Kürt subaylarla iletişim daha kolaydır. Dikkat edilirse kimi kaynaklara 24, kimi kaynaklara göre de 40 olan Cemiyet kurucularının neredeyse tamamı Kürt subaylardan oluşmaktadır.

Halit Bey ailesi, Şeyh Said Efendi ailesi ve Şeyh Abdullah Efendi aileleri iç içe ve akrabadırlar. Halit Bey’le Şeyh Said Efendi’nin anneleri kardeş ve Melekan şeyhleri ailesindendir. Aynı zamanda Şeyh Abdullah Efendi, Şeyh Said Efendi’nin damadıdır. Şeyh Said Efendi de Halit Bey’in kız kardeşi ile evlidir. Dolayısıyla aralarında çok yakın bir akrabalık hukuku vardır. Bu nedenle aralarında sıcak ve sıkı bir ilişki mevcuttur.

Aralarındaki siyasi ilişkiye gelince, 1923 sonrasına bakmak gerekir. KİC, illegal, hücre sistemi ile çalışan ve şifre ile haberleşmeyi sağlayan bir yapıya sahiptir; ancak 1923 yılında Lozan Antlaşmasının imzalanmasından sonra, genel ayaklanmaya dönük kitle çalışması başlar. Yusuf Ziya Bey Serhat bölgesini, Mela Abdurrahman (Şırnaki) Botan bölgesini, Kemal Fevzi Bey, Sımko desteğini sağlamak üzere Rojhılat’a gönderilir. Halit Bey de Erzurum’da yoğun görüşmeler yapar. Bunlar arasında Said-i Kürdi, Şeyh Said Efendi, Melekan Şeyhleri ve diğer aşiret reisleri vardır. Said-i Kürdi ile 5 Ağustos 1924 ve 24 Eylül 1924 tarihlerinde iki kez görüşmesi Erzurum ve Trabzon valilikleri tarafından Ankara’ya rapor edilmiştir. Şeyh Said Efendi ile 1924 yılının sonbaharında Erzurum’da görüştüğü Şeyh Said Efendi’nin mahkeme ifadelerinde geçmektedir. Sonuç itibariyle yapılan görüşmeler ve değerlendirmelerin amacı cemiyete davet değil, muhtemel bir genel ayaklanma üzerinedir.

Gerçekleşmemiş ihtimaller üzerinden yorum yapmak doğru değil; lakin başarı ya da başarısızlık sadece sizin, temsil ettiğiniz toplumun iradesi ile gerçekleşmiyor. Kemalist hareketi ele alalım. Türkiye’nin 26. Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ, Nisan 2023 yılında Haber Türk’te katıldığı bir programda Mustafa Kemal Hareketi için şunları söylüyordu: “Eğer Ekim Devrimi gerçekleşmemiş olsaydı ve Yunanlar İzmir’e girmemiş olsaydı mevcut başarı gerçekleşmeyebilirdi.” Bu nedenle Ekim Devrimi gerçekleşmeseydi ve Sevr Antlaşması uygulanmış olsaydı bambaşka bir tablo ortaya çıkardı. O zaman tarih Halit Bey’i çok farklı yazardı.

Son olarak Halit Bey’in kişiliğine dair neler söylersiniz? Aldığı eğitim nasıldı? Karakteri nasıldı? Şimdilerde şahsı üzerinde dindar mı seküler mi tartışması yapılıyor. Siz ne dersiniz? Kürtler için nasıl bir gelecek tahayyülü vardı?

Halit Bey son derece donanımlı biridir. Aşiret Mektebini üçüncülükle bitirdiğini resmi kayıtlardan biliyoruz. Harbiye’de Erkan-ı Harbiye’ye başarılı öğrenciler alınırdı. Arapçayı, Farsçayı, Osmanlıcayı, Fransızcayı ve Kürtçeyi iyi derece bilirdi. Şeriat hukukuna hakimdi. Saygınlığı sadece miralay olmasından, cephede gösterdiği cesaretten ya da aşiret sahibi olmasından kaynaklanmıyor; dünyadaki gelişmeleri yakından takip etmesinden, dini bilgisinin derinliğinden kaynaklanıyor. Kürdistan’daki geleneksel- muhafazakâr kesimleri etkileme kabiliyetinin sebebi budur.

Karakterine gelince, düşüncelerinden taviz vermeyen biridir. Siyasi hayatında zikzaklara yer olmamıştır. Halit Bey’in 1923 yılında değişik tarihlerde Binbaşı Kasım’a yazdığı beş adet mektubu Şark İstiklal Mahkemesi tutanakları arasından çıktı. 29 Mayıs 1923 tarihinde yazdığı mektupta kendisini şöyle tanımlıyor:

“Benim tabiatım doğru yoldur. Riya, tekapu vesaire yoktur. Başım din ve milletim uğruna fedadır. Din ve Millet hususunda hiç kimsenin mazeretini kabul etmem. Benimle hemfikir olursunuz yahut kat-ı alaka ederiz.” [13]

Halit Bey’in ahlakı ve karakteri kendisine karşı olanlarda bile takdir toplamıştır. 1925 Ayaklanmasında devletin yanında yer alan M. Halit Fırat[14] anılarında Halit Bey için şunları söyler:

“Karakteri icabı olarak ağzından çıkan bir sözden dönmeyen Halit Bey’i bu işten geri çevirmek için Atatürk tarafından sureti mahsusada Ankara’dan Erzurum’daki ikametgahına gönderilen Muşlu ve Muş Meb’usu ve din alimi Hacı, Hoca İlyas Sami Bey de gelip Halit Bey’le uzun uzun görüştü ise de attığı adımını geri almayacağını anlayarak geri gitti.” Ve devamında şunu söyler: “Hele makullük ve temiz ahlak gibi beşerî hasletlerde Halit Beyin çağımızda bir emsali olmadığını kesin olarak ifade edebilirim.”[15] Bu ifadeleri yazanlar dostlar, dava arkadaşları ya da akrabaları değildir. Kendisine ve davasına karşı mücadele edenlerdir. Hakeza Halit Bey, Bitlis Cezaevinde tutuklu iken Şeyh Alaeddin ve Şeyh Masum ’un üzerinden kendisine yapılan teklifleri reddederken söylediği o meşhur sözün gereğini yerine getirir. “Şerefsizce yaşamaktansa hatt-ı meydanı faaliyetlerde şerefle ölmek gerekir.”

Son olarak Halit Bey gibi milli bir devlet kurmak amacıyla harekete geçen, bu amaç uğruna İngilizler ve Sovyetler Birliği yetkilileri ile görüşen, dindarlardan sosyalistlere, Sünnilerden Alevilere bütün Kürtleri kucaklamaya çalışan bir lidere “seküler miydi dindar mıydı?” tartışması üzerinden ele almak doğru zeminde bir tartışma değildir.

* Said Sever, hukukçu ve araştırmacı olup Cibranli Halit bey ile aynı ailedendir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz