Ağrı Dağı’nda Cumhuriyet Kurmak: Yeni Belgeler Işığında Ağrı İsyanı

0
21

halis-ihsan_nuri-ferzende

Makale / Sedat Ulugana

İhsan Nuri Paşa, anılarında belge sunma ihtiyacı duyarken “Ağrı’dan ayrılırken bütün evraklarım, notlarım orada kaldı. Onun için birçok hususu unuttum, hatırlamıyorum” der.[1] Oysa kastettiği bu evrak ve notlardan müteşekkil rapor ve yazışmaların asılları ve kopyaları Taşnaksütyun tarafından titizlikle korunmuştu. Ağrı Dağı’ndan İran’daki Taşnaksütyun temsilcileri ile Hoybun merkez teşkilatı arasında gerçekleşen bu yazışmalar 1927 ile 1930 yıllarını kapsamaktadır.[2]

Düzenli rapor alışverişinin gerçekleştiği bu yıllar, Ağrı’daki Kürt birlikleri ile düzenli ordu (ayrıca düzenli orduya tabi milis kuvvetleri) arasındaki çatışmaların ve yine düzenli ordunun (elbette milis kuvvetlerinin yardımı ile) yaptığı sivil katliamların doruğa çıktığı yıllardır. Bugüne kadar Ağrı İsyanına dair tarih yazımının daha çok devlet cenahının yayınladığı resmi malumatların kaynak alınarak icra edildiğini hatırlarsak, karşı cenahın, yani Ağrı’daki isyanı modern bir çerçeveye oturtan Hoybun Fevkalade Komiseri İhsan Nuri’nin (yazışma ve raporlardaki kod ismi ile “Cemşit”) elinden çıkan bu raporlar ve kendisine verilen cevaplar, hadiseye başka türlü bir zaviyeden bakmamızı mümkün kılmaktadır.

Nitekim İsaiah Berlin “Tarih Nedir?” sorusunu sorarken, “Tarih sadece galibin zaferinden oluşmamalı, mağlubun serüvenini de içermelidir.” der.[3] Bu minvalde söz konusu raporlar, yaklaşık bir asır sonra, nicedir tarih yazımında da “mağlup” gösterilmeye çalışılan Ağrı’daki Kürt cenahını isyan tarihine tekrar güçlü bir şekilde katıyor. Raporlar Ağrı’daki teşkilatın modern nizamını, iç ilişkilerini, Hoybun ile olan örgütsel bağını ve özellikle İran ve Avrupalı devletler ile geliştirilmeye çalışılan bağları daha iyi anlamamızı sağlayacak zengin veriler sunuyor. Dönemin Türkiye basınının “vahşiler”, “Amerika’daki Kızılderililere benziyorlar” başlıkları ile tanıttığı isyanın kurmay heyeti, dağ cumhuriyeti Ağrı’yı telefon şebekesi ile donatmış, matbaa tesis etmiş, gazete yayınlamış ve o yıllara göre ileri teknoloji sayılan radyo tedarikine çalışmıştır. Dağdaki isyan kurmay heyetinin verdiği siparişlerin içeriğine bakıldığında, İsviçre çikolatası şokola krem, portakal suyu, bıyık yağı, saç boyası, “Ağrı meclisi” ibareli madalyalar, bayrak, subay üniformaları için sarı renkli “güneş” desenli rütbeler, elektrikli el fenerleri şapirograf muşambası, fotoğraf çekimi için metal hidro gliserin, tentürdiyot, iyot form, gliserin, ispirto, telefon kablosu, pil gibi o gün için son derece lüks ve modern sayılan yiyecek ve nesneyi barındıran listeler[4]ve nizami savaş raporları ile karşılaşıyoruz. Örnek verecek olursak aşağıdaki Kürtçe (Kurmancî) haftalık savaş bilançosu tebliği, zannımca Kürt modern askeri tarihi açısından bir ilki teşkil ediyor:

 “Teblixa Resmî, Agirî/ 9 Temûz (1930).

  1. 5 temûz mufrezeyek Agirî semera hududê Tirkan ra, ku Burnê reş dabû, tarûzkiriye, ji Tirkan Sersed Mihemed Eli Beg û duwanzde esker kuştiye, şeş birîndar daye. Efradê mütebat temam dîlgirtiye. Ji Tirkan ferdek nefilitiye, xelas nebûye.
  2. Yek top, du mitralyozê mezin (Dikris), sê otomatiqê binavê Hoçkis, çil û pênc tiving, bombe, cepxane, makîneyek telefonê, heyşt çadirê mezin, sair eşyayê eskeriye iğtinam kiriye. Sê şehîd, birîndareki xefîf heye.
  3. Îro 9 temûz Tirkan müfrezeya xwe ji Burnê reş rakiriye û çiqas çadir û mazxalên Bazîdê hebû qewitiye.
  4. Aliyê Diyadînê dengê topa dihat. Hêj xebera me nehatiye.

(Seter: xayê Bolukê) Fermandehiya Agirî.”[5]

Öte yandan, Osmanlıca ve Ermenice (çok küçük bir kısmı Kürtçe, Farsça ve Fransızca) kaleme alınmış olan bu raporlar Taşnaksütyun (Ermeni Devrimci Federasyonu -ARF) özelinde Ermenilerin Ağrı İsyanındaki rolünü son derece görünür kılıyor. Bilinenin aksine isyanın banisi sadece Hoybun değil, Ermeni Devrimci Federasyonu- Taşnaksütyun da taşın altına elini koyuyor. Ağrı isyanındaki Ermeni iştiraki sadece Beyrut’u mesken tutmuş olan zengin eşrafın sağladığı nakdi yardım ile sınırlı değil, İsyan’ın dibindeki İran şehri Maku’dan Beyrut’a kadarki lojistik ve posta ağını yöneten Ermeni cenahın kendisidir. Yine Kürt-Ermeni ortak direnişinin fikir babası Rupen Ter Minasyan, kendisini “Ağrı Meclisi” (Orijinal ismi ile “Ciwata Agirî) olarak tanımlayan İsyan Karargahının İran’daki yetkili temsilcisi olarak seçilecek,[6] dahası Ardeşir Muradyan, Kara Vahan[7] (Vali/Veli) Bey kod ismini kullanacaktı) ve Baron Apram (Kürtler kendisine “İbrahim Paşayê Fileh”- Ermeni İbrahim Paşa- diyeceklerdi) bizzat Ağrı ve Zilan’da bulunacaklardı.[8] Sonuç olarak Türk tarih tezinin (resmi- gayr-ı resmi fark etmeksizin) irticai, ilkel, “eşkıya hareketi” olarak tanımladığı Ağrı İsyanı’nın, bu iddiaların tam aksine modern bir nizama ve politik ulusal bir vizyona sahip olduğunu kuvvetlendiren bu raporlar tarihe ışık tutacak mahiyettedir.

Şeyh Sait İsyanı’nın Fitilini Ateşleyen Komitacı Kürt Subay: Yüzbaşı İhsan Nuri

Bitlisli İhsan Nuri harbiyeden mezun olur olmaz (1910) gözünü Arap, Bulgar, Arnavut gibi Osmanlı bakiyesinden olan halkların bağımsızlık temalı başkaldırılarına karşı girişilen amansız bir cezalandırma harekâtı silsilesinde açar. Akabinde Birinci Dünya Harbinin en çetin cephelerinden birini teşkil eden Kafkas Cephesinde sonuna kadar savaşır. Bütün bu savaş süreci, ondaki Kürtlük duygusunu perçinleştirir. Savaşın bitmesiyle beraber İstanbul’a geri döner. Memduh Selim, Kemal Fevzi gibi Kürt münevverleri ile görüşür. Jin Gazetesi için yazılar kaleme alır. Lakin bu zaman diliminde İhsan Nuri kendisini hala bir Osmanlı subayı olarak görmektedir. Kürt meselesi konusunda Jin Gazetesi ekibi kadar Kürdi fikirlere sahip değildir. Her ne kadar Wilson İlkeleri’ne atıfta bulunsa da aynı zamanda Kürtlerin Mustafa Kemal’in başlatmış olduğu hareketi desteklemeleri gerektiğini düşünmektedir.[9] Nitekim o günlerde İstanbul’da, daha sonra Mustafa Kemal’in yakın çalışma arkadaşı olacak olan Çolak Kemalettin Paşa’nın da içinde bulunduğu askeri bir kalkışma tertipler.[10] Karakol Cemiyeti’nin de dahil olduğu bu kalkışma planının deşifre olması ile birlikte İstanbul’daki işgal kuvvetlerinin hedefi haline gelir.[11] Bunun üzerine Batum’a kaçar, oradan da Azerbaycan’a geçip İngilizlere karşı Azeri birliklerini örgütler,[12] burada Türkiye Komünist Partisi’nin sekreteri Mustafa Suphi ile görüşür. Akabinde Bolşevikler tarafından takip edilince   Kürdistan’a geçip Dokuzuncu Kolordu’nun emrine girer.[13]

1920’nin başlarında Kürdistan’a geçen İhsan Nuri, Kürt subaylarla teşkil etmeye çalıştığı komite ve beyanatlarındaki Kürtlük vurgusu, Sarıkamış merkezli Dokuzuncu Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir’in dikkatinden kaçmaz. İhsan Nuri apar topar Iğdır’a tayin ettirilir. Zira aynı günlerde Cibranlı Halit Bey’in öncülüğünde Erzurum’da Azadi (Kürt İstiklal Komitesi) de kurulma aşamasındadır ve İhsan Nuri, Cibranlı Halit Bey ile diyalog halindedir.[14] 1922 senesinde Yüzbaşı rütbesi ile Bayezid’deki Hudut Kumandanlığına tayin edilir. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ilan edildiği Ekim 1923’te, İhsan Nuri, çiçeği burnunda cumhuriyetin doğu sınırını korumakla meşgul olan birliğin kumandanıdır. Burada bulunduğu süre boyunca hududun her iki yakasındaki Kürt aşiretleri ile kurmuş olduğu ilişki ağı, daha sonra, Ağrı İsyanı sürecinde ona lojistik destek ve askeri etkinlik sahası babında büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Hudut kumandanı olduğu zaman zarfında Ağrı Dağı havalisindeki aşiretlere sağladığı kolaylıklar, devlet zevatı tarafından Kürtlük mefkûresinin tezahürü olarak yorumlanır ve kendisi bu sefer de Siirt’e tayin edilir.[15]

Kısa bir süre Siirt’te kaldıktan sonra Nesturi Ayaklanması bahane edilerek Şırnak’a gönderilir. Şırnak’ta iken rütbesi Binbaşılığa yükseltilir. Bu günlerde Azadi örgütü de çalışmalarına hız verir. Eylül 1924’te Azadi’den aldığı direktif gereği emrindeki erler ve subay arkadaşları Hurşid, Tevfik, Rasim beyler ile beraber başkaldırı girişiminde bulunur. Azadi’nin Türk ordusu içindeki subay kliği tarafından başlatılan başkaldırı Türk ordusu  cenahında şok etkisi yaratır. Nitekim bu günlerde Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne bir telgraf  gönderen Cafer Tayyar Paşa, Yüzbaşı Hurşid Bey ile Ahmed Rasim Beylerin bir zamanlar  Teşkilat-ı Mahsusa için çalıştıklarını, “ihanet” olarak nitelendirdiği kalkışma hareketine  katılmalarını şaşkınlıkla dile getiriyordu:

“Lisan ve mahalli adetlere vakıf olmaları ve hadisenin gerçekleşmesine kadar daima şüpheli hiçbir hareketleri görülmediğinden amirlerince şayan-ı itimat görülen ahvalleri üzerine fırkaca, mukaddema Teşkilat-ı Mahsusa’da istihdam kılınan Mülazım Hurşid ve Ahmet Rasim’in daha önce teşkilat maksadıyla Goyan içinde bulunduğu zamanlarda oraya derviş kıyafetinde gelen Seyit Taha ile uzun müddet görüştüğü, bu kere bazı Goyan ağaları tarafından Mürsel Paşa’ya ifade olunmuştur. Bu ihbar hakikat olduğu taktirde ihanetlerinin bu cihetten tertip edilen bir karar üzerine icra edilmiş olduğuna hükmetmek lazım geleceği, bununla beraber bu meselenin iyice incelenmekte olunduğu maruzdur.”[16]

Beytüşşebap başkaldırısı, Azadi’nin arzu ettiği istikameti belirlemede yetersiz kalır. Zira her ne kadar subaylar hazır olsa da özellikle de muhitteki aşiretler böylesi bir başkaldırıya iltihak etme babında gönülsüz davranırlar. Öyle ki  “asi Kürt subaylar” bir dizi başarısızlıktan sonra Suriye üzerinden Irak’a sığınırlar.[17] Mihemed Cemil Rojbeyani’nin iddiasına göre buradaki İngiliz manda yönetimi Sıddık Paşa Kadiri aracılığı ile İhsan Nurî ve arkadaşlarını, Irak’taki dördüncü birliğin başına geçmesi konusunda ikna etmeye çalışır. Lakin İhsan Nuri “Ben Kürt halkının özgürlüğü için mücadele etmek istiyorum. Irak ordusunun bir parçası olup İngilizlere hizmet etmek istemiyorum.” dediğini belirtir.[18]

Beytüşşebap’taki askeri kalkışma “Şeyh Said İsyanı” olarak bilinen 1925’teki Kürt başkaldırısının fitilini ateşleyen bir yol kazası idi.  Bundan sonraki süreçte Kürdistan’daki siyasi gelişmeler artık domino etkisi gösterecekti.

Geç kalmış bir ittifak: Kürt Teali Cemiyeti – Taşnaksütyun  Antlaşması

1924 sonbaharında Ermeni Devrimci Federasyonu- Taşnaksütyun ile Kürt Teali Cemiyeti arasında Fransızca kaleme alınmış “gizli” ibareli 23 maddelik bir antlaşma imzalanmıştı.[19] Söz konusu antlaşma her şeyden önce bir “güven” tesis etme niyeti taşıyordu.  Müstakbel Müstakil Ermenistan ve Kürdistan’ın (kesin) sınırlarının konuşulmadığı, afaki bazı hususların altının çizildiği bu antlaşma metni şu cümleler ile başlıyordu:

“İki halkın özgürlük ve bağımsızlık konusundaki ulusal özlemlerinin tamamı  göz önünde bulundurarak, Ermenilerin çektikleri acılar ve Kürtler yabancı egemenliği nedeniyle boyunduruk altına alınması göz önünde bulundurarak Ermenilerin ve Kürtlerin, kendi topraklarının kurtuluşu için Türk emperyalizmine karşı giriştikleri mücadeleyi yürütmek için güçlerini birleştirmelerinin zaruri gereğini göz önünde bulundurarak, taraflardan birinin çıkarlarına zarar veren teşebbüsleri ve, İki ülkenin özgürce kalkınmasına engel olan her türlü zorluğu yenmeye kararlı olarak, birbirimize birlik ve dostluk garantisi vermenin samimi arzusuyla doluyuz. Her iki Parti “Ermeni Devrimci Partisi “Taşnaksütyun » ve  Kürt Teali Cemiyeti “Ligue Kurde”  hem ortak ideal hem de bu hedefe ulaşmak için uygun kararlar üzerinde anlaşarak, taraflardan  tam yetkili olarak atanan Armen Sasuni, «  »Ermeni Devrimci Partisi  Taşnaksütyun  » temsilcisi ve Halil  R. Bedirhan Bey ile   Memduh Selim Bey  Kürt Teali Cemiyeti  « Ligue Kurde”   temsilcileri kararların  tamamını inceledikten sonra  uygun bulunan  aşağıdaki hükümler üzerinde mutabakata vardı.”[20]

Her ne kadar, İstanbul menşeli  -nicedir sürgünde toparlanmaya çalışıyordu-  Kürt Teali Cemiyeti’nin Kürdistan’daki etkisi sınırlı olsa da antlaşmanın onuncu maddesinde “Kürt Teali Cemiyeti, Kürdistan’ı kurtarmak için Kürdistan’da genel bir Kürt ayaklanması örgütlemeyi taahhüt eder.” deniliyordu.  Beytüşşebap kalkışması sonrası Azadi’nin tasfiye edilmesi,  Kürt Teali Cemiyeti’ne alan açıyordu. Lakin 1925 Başkaldırısı umulduğu gibi gerçekleşmemişti.  Azadi’nin tasfiyesi, Şeyh Saîd gibi mühim dînî  bir figürü  yalnızlaştırdığı  gibi, argüman olarak  şeriat söylemine tutunmasını zarûrî hale getirmişti. Elbette çok geçmeden devlet cenahı, şeyhin  tutunduğu söyleme karşı aynı zaviyeden başka bir söylem üretmeye çalışacaktı. Zira Kürdistan’daki parçalı Halidi- Nakşi tarikat ağının bir kısmı – sekülerleşme yolunda radikal adımlara atan rejimin menziline girmeme pahasına da olsa – devletle uzlaşmaya amadeydi:

Gelî ehalî :  Di van çendeke hukumeta me  ava Musilê ji destê neyara bi qewitîne ewa vê xilas bike di wê naberê da  ew şaqîyekî jêra dibêjin ŞêxSeîd  di nava Welat da  bi isyanê dest pêkiriye. Ji bo îsyana wî ew sebeb nîne,  delîlek  di lazim nîne. Yekbûna Misilmana jî ehkama Qur’ana mubîn e.  Hal bi Wê ewlaîn ku kîsweyê Şerîetê li wî ya ye. Bi wî hewa yî dike  meqseda xwe bîne cîh. Gelo yek  Misilman heye ku ewê bê ehkama Qur’anê muvefeq bibe. Gelî xelqê me yî saf! Li ser xwe bin  We Ji şerê wî Şeytanê laînî ku bi kîsweyê Şerîetê li wi ya ye ji wî hizrê bikin.  Hêj di bîraweda ye  zorbe kî hukumetê li stûriya hustûyê wî zorbeyî bi ser xwe de bînin. Tirk we Kurmanc mumîn we bira ne. Hun ji rehm  û şewqata hukumetê îstîfade bikin.  Roja ku  top, mîtralyoz reşand bi ser gunda da   bê an ne dûr e. Di wan rojan da eger hun naxwazin gundê we xirab bibe, irz û eyalê we  perişan  bibin, hun di bin linga da  nemînin guhê xwe medin ixfalata laînê Şêx Seîd. Ew î şêxî bigrin teslîmê hukumetê bikin we bi wî şiklî xwe ji ezîyeta hukumetê muxelas bikin.  Ew hêj destê we da ye Gelî bira. We Minallah tewefîq.

Ji ûleman Hafiz Mustafa,  Ji ûleman Rasîm, Ji ûleman Hemdî, Ji ûleman Hafiz Mahmûd, Ji Şêxan Şêx Şukrî,  ji Şêxan Şêx Zekî, Ji Şêxan Şêx Ahmedê Gulşenî, Ji ûleman Hafiz Mahmûd Licî, Ji Şêxan Şêx Yûnis babazade Şêx Omer.[21]

1925 başkaldırısının akabinde Cibranlı Halit Bey, Şeyh Said ve dava arkadaşlarının idam edildiklerini haber alan İhsan Nuri, bu günlerde Bağdat’ta bir fasikül kaleme alır. “Kürt Kıyyam-ı Milliyesi” isimli bu fasikül, aslında o günden sonra olacakların beyanıdır. Arnavutluk ve Yemen’de isyancılara karşı yürütülmüş olan gayr-ı nizami harbe iştirak etmiş olan İhsan Nuri, bu harplerden öğrendiklerini bir iki ay öncesine kadar mensubu olduğu orduya karşı kullanacaktı. İhsan Nuri, Şeyh Sait ve dava arkadaşlarının mücadelesini hürmet ile yad ettikten sonra, evvela isyanın askeri mahiyetini eleştirir. “Kürdistan’ın merkezinde düzenli orduya karşı cephe savaşı verilmez. Zira hudut mıntıkalarında yürütülecek olan askeri mücadele lojistik ve barınma desteği konusunda daha avantajlı olacaktır” der İhsan Nuri. Elbette o hudut mıntıkası bir zamanlar kumandanı olduğu Bayezid -İran hududu olacaktı.[22]

Ağrı İsyanı’na Giden Yol:Yenilgiler, Çatışmalar ve Yeni umutlar

1925 başkaldırısının bastırılmasından sonra Şeyh Sait’in oğlu, Şeyh Ali Rıza Efendi de İran üzerinden Irak’ın yolunu tutar. İhsan Nuri ve subay arkadaşları ile Bağdat’ta buluşan Şeyh Ali Rıza, (daha sonra -Suriye’de o günlerde kuruluş toplantıları devam eden-  Hoybun’a dönüşecek olan) Kürt Teali Cemiyeti’nin  ( La ligue Kurde) Bağdat’taki toplantılarına katılmalarını sağlar:

“Ulusal şehidimiz Seyyid Abdülkadir’in oğlu şeyh Abdullah, Nehri’de  bir isyan başlattı. Onun yanına gitmek istedik. Lakin Hurşid’in gitmesine izin vermiyorlardı.  Tevfik ve Rasim de “Hurşid gelmezse biz de gitmeyiz.” deyince gidemedik, birkaç gün  geçtikten sonra,  polis dairesi bizi çağırıp “ya bize bilgi verirsiniz ya da sizi hapse atarız.” diye tehdit etti. Bunun üzerine Zaho mebusu Hazım Bey’e haber gönderdim. Kendisi Bağdat’a gelip bizi serbest bıraktırdı. Lakin artık Bağdat’tan çıkmamız yasaktı. Ermeni Taşnak Komitesi Leon Paşa’yı Bağdat’a göndermişti, Doktor Şükrü Sekban bizi tanıştırdı. Ulu Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza ve amcası Şeyh Mehdi de Bağdat’a geldiler. Yurtsever bir Kürt olan Bağdat tapu müdürü Tevfik Bey’in evinde toplandık ve Ermenilerle birlik sözleşmesini imzaladık.”[23]

Ermeni Taşnaksütyun’un bu günlerde, Tebriz ve çevresine sığınmış olan  (Şeyh Sait isyanı) isyancı Kürtlere bir nevi kucak açması, Kürt siyasası ve diasporadaki Ermeni siyasasını birbirine yakınlaştırmıştı. Hem İhsan Nuri- Şeyh Said-zade  Şeyh Ali Rıza Efendi  cenahı hem de  Memduh Selim Bey, Bedirhanilerin temsil ettiği  Kürt Teali Cemiyeti, 1924 Antlaşması gereği Ermenilerden maddi ve manevi yardım talep etmeye başlamışlardı.[24] Lakin Taşnaksütyun kadroları, Kürtlerin Ermenilere bu kadar azami bir şekilde umut bağlamalarına şaşırıyorlardı. Öbür taraftan Kürt -Ermeni yakınlaşmasını memnuniyet verici bir gelişme olarak addediyorlardı.[25] Dönemin Kürt siyasasının nezdinde de “modern politika”nın temsili kadim komşuları olan Ermeni halkının en etkin siyasi teşekkülü olan Taşnaksütyundur. Öyle ki Kürtler Taşnaksütyun’u Kemalist rejime karşı giriştikleri savaşta kendilerine zaferi kazandırabilecek finans kaynağı ve Avrupa- Amerika siyasetini lehlerine döndürebilecek hazır lobi teşkilatı olarak görüyorlardı. Elbette Ermenilerin de Kürt hareketinden beklentileri vardı. Taşnaksütyun müstakbel Kürt isyan hareketini kendi siyaseti doğrultusunda yönlendirmeyi umuyor  ve bu isyanın  vilayet-i site olarak bilinen altı Ermeni vilayetinin  istiklaline zemin hazırlayabileceğine, birleşik ve bağımsız Ermenistan’ın kurulmasına vesile olabileceğine inanıyordu.[26]

Karşılıklı beklentilerin olduğu bu kritik günlerde  İran ve Suriye hudutlarının sıfır noktasında   Kürtlerin  askeri ve siyasi işlerini yürüten ve politbüro görevi gören iki direniş üssü vardı. Biri, Suriye topraklarında bulunan Hewêrkan aşireti reisi Haco Ağa’nın hanesi, öbürü de İran topraklarında bulunan Şikak aşireti reisi Simko Ağa’nın köyüdür. İşte bu üslere sığınan Kürtlerin özellikle de Şeyh Ali Rıza Efendi’nin ve Bağdat-İran hattındaki Taşnaksütyun kadrolarının  teşviki ile İhsan Nuri, İran’daki direniş üssünü harekete geçirmek için muhite gidecekti.[27]

1926 sonlarında İran’a geçen İhsan Nuri, Şikaki Aşireti reisi Simko Ağa’yı da ziyaret eder. (Simko o günlerde aynı aşirete mensup Emer Han ile çatışma halindedir. Bu çatışmada Türkiye, Simko’yu desteklerken, İran da Emer Han’ı desteklemektedir.) Ancak 1910’lardan itibaren Kürt meselesinin siyasi bir aktörü olarak addedilen bu aşiret reisinden umduğu desteği bulamaz. Üstelik kendisini dava arkadaşı Yüzbaşı Rasim Bey’le bu vekalet savaşının ortasında bulur. “Kürtlerin özgürlüğü için çıktığımız yolda Kürtlerin eli ile ölmekten korkuyorduk” diyen İhsan Nuri’nin korktuğu başına gelir. Rasim Bey, Emer Han’ın adamları tarafından katledilir. Emer Han bu çatışmanın müsebbibi olarak Şeyh Sait İsyanından sonra Simko’nun yanına sığınmış olan Hesenan ve Cibran aşiretine mensup Kürtleri görür. Emer Han ve İran kuvvetleri Hesenan ve Cibranlı Kürtlere karşı adeta sürek avı başlatırlar. Yüzlerce mülteci Kürt, hudut boylarında hunharca katledilir. Nitekim Simko, Emer Han ve İran kuvvetleri karşısında yenilip Türkiye tarafına kaçar.[28] Bu kaotik ortamda “Mazlum” takma ismi ile bilinen İhsan Nuri ise, çerçi kılığında ziyaret ettiği aşiretleri umum bir isyana katmakla meşguldür.[29] İhsan Nuri özellikle hitabet ve propaganda konusunda son derece mahir idi. Nitekim ordudaki eski arkadaşları dahil onu tanıyanlar onun bu maharetini özellikle belirtiyorlardı.[30]

Yenilgi atmosferinin yaşandığı o günlerde, Kürtçe bilmeyen İhsan Nuri, bir Kürt isyanını başlatmak için yanına aldığı bir grup Hesenanlı süvari ile Hoybun’un kuruluşunun ilan edileceği, Birinci Kongreye katılmak için Suriye’ye beklenirken, Eylül 1927’de Türkiye hududundan içeri girer.[31] Bilinenin aksine İhsan Nuri, Hoybun tarafından  Ağrı Dağı’na gönderilmemiştir, İhsan Nuri, Ağrı’ya gittiğinde Hoybun daha kurulmamıştır, hatta Hoybun’unun kuruluşunun ilan edileceği Birinci Kongre tertip komitesi İhsan Nuri’nin Ağrı’ya gitmesine karşı çıkmıştır.  Memduh Selim Bey, Şeyh Ali Rıza Efendi’ye göndermiş olduğu mektupta kendisinden, İhsan Nuri’nin Ağrı’ya gitmesinin  engellenmesini ve Birinci Kongre’ye katılmasının zorunlu kılınması konusunda yardım istiyordu.[32]

“Ağrı Kürdistan Cumhuriyeti”nin İlanı

Ağrı Dağı İsyanı olarak tarihe geçen bu Kürt başkaldırısı bir manada Şeyh Sait İsyanı’nın devamıdır. Şeyh Sait’in silah arkadaşları olan eski Hamidiyeli Hesenan, Cibran ve Heyderan aşiret efradı ve Celali aşiret konfederasyonuna bağlı Hesesori kabilesi reisi Biroyê Heskê Têlî ve mahiyeti ile Kemalist elitin, Sünniliği revize etme çabalarından rahatsız olan bazı Nakşibendi- Halidi şeyhler Ağrı Dağı’na sığınır. Öyle ki müstakbel isyanın askeri ve siyasi bilgi mahiyeti Hamidiye Alaylarının deneyimlerinden öteye geçmez. “Cemşit” ismini kullanan İhsan Nuri Paşa’nın Ağrı Dağı’na gelişine kadar (Eylül- 1927), Biro ve adamlarının eylemleri devlet cenahınca “adli vakalar” olarak değerlendirilir. Ancak İhsan Nuri Paşa artık bu vakalara politik bir misyon yükler. “Adli vakayı, politik vakaya dönüştürme sürecinde ilk defa Hoybun’un broşürlerinde rastladığımız ve günümüzde de Kürdistan Federe Devleti tarafından resmen kabul edilen bayrak gibi yeni mefhumları Ağrı Dağı sakinlerinin yaşamına dahil etmeye çalışır. Başkaldırıyı düzenli askeri nizam ile tanıştırır.

Yukarıda da bahsedildiği gibi hali hazırda bir müddet evvel Ağrı Dağı’na sığınmış olan Celali aşireti konfederasyonu  (Hesesoran kabilesi ) reislerinden Biroyê Heskê Têlli ve mahiyeti tarafından icra edilen karşı koyuş, kısa bir sürede politik bir kıyafete büründürülür.[33] Akabinde nicedir firarda olan ve cürümleri her ne kadar adli olsa da cumhuriyet idaresi tarafından siyasi muhtevaya sokulan (burada amaç bu etkili aşiret rüesasının talan ve kan davası temalı adli davalarını tanımı son derece muğlak olan “şekavet” terimine dahil edip ve bu çerçevede Şeyh Said hadisesine bağlayıp söz konusu rüesayı ülkenin batı ve iç kısımlarına sürmekti) Edoyê Azizi, Ferzende gibi aşiret rüesası ve sürgün edildiği muhitten filmleri aratmayacak bir şekilde firar eden eski Hamidiye Alayları zabiti Halis Bey “İsyan”a teşne olan Ağrı Dağı’na iltica ederler.  Periferideki perakende Kürt çeteleri için bir çekim  merkezi haline gelen Ağrı Dağı’ndaki hareket bu safhada halk arasında siyasi, askeri örgütlenmeyi, cumhuriyet idaresinin Kürdistan’daki ticari ve iktisadi altyapısının tahrip edilmesini ve mücadelenin  Kürdistan’ın geneline yaymayı öncelikli hedef olarak belirler.[34]

Burada şu hususun altını çizmek gerekiyor. Ağrı Dağı’nı merkez alıp İran hududu, Muş Ovası, Van gölü Kuzeyi- Zilan Deresi, Bayezid, Bulanık, Malazgirt, Patnos, Çaldıran, Muradiye, Iğdır ve Kars muhitini kapsayan cesim denilebilecek bir coğrafyada icra olunan 1926-1932 yılları arasındaki Kürt direnişinin “Ağrı İsyanı” olarak tanımlanması, söz konusu direnişin anlam ve etkisinin sınırlı olduğu haliyle mikro bir isyan olarak telakki edilmesi gibi bir okuma ile karşılaşabiliriz. Lakin “Ağrı Dağı İsyanı” daha sonra “Ağrı” ismini alacak olan “Karaköse Vilayeti” ile sınırlı kalmadığı gibi yukarıda belirttiğimiz cesim coğrafyanın dışına taşma iradesini de gösteriyordu. Temel çekince Şeyh Sait kıyamı nihayetinde hasıl olan Palu-Lice- Genc üçgenindeki kapsamlı katliam gibi “toptan” bir “tehcir ve takibat” (özcesi katliam) ile tekrar karşı karşıya kalma ihtimali idi.[35] Üstelik belgelerden anlaşıldığı kadarıyla şayet  isyanın insiyatifi tamamen İhsan Nuri’ye bırakılsaydı, kendisi İran, Irak ve Türkiye’ye karşı  müşterek bir cephe açmayı düşünüyordu. Lakin Rupen Paşa bu fikre karşı çıkar. İran ve Irak’taki Kürtlerin siyasi ve kültürel haklar babında Türkiye’deki Kürtlerden daha iyi durumda olduklarını, ayrıca Irak’ın arkasında İngiltere gibi güçlü bir devletin olduğu gerçeğinin unutulmaması gerektiğini, bunun için önceliğin Türkiye’ye verilmesi gerektiğini belirtir. İhsan Nuri bu öneriyi kabul etmekle birlikte Taşnaksütyun’u isyana tamamen    katmak için Zilan Bey’i yani Ardeşir Muradyan’ı özellikle Ağrı Dağı’na  davet eder. [36]

1927 yılı itibariyle, Ermeni Taşnaksütyun partisinin kadro ve maddi desteği ile muhalif Kürt elitinin bizatihi (Şeyh Sait isyanından sonra Batı Anadolu’ya nakledilmiş veyahut nakledilmek istenen aşiret reisleri, şeyhler) katılmasıyla isyanın askeri ve sosyo-politik kuvveti daha da artar. Bu esnada Hoybun’u ilan etmeye hazırlanan Lübnan ve Suriye’deki kadrolar, İhsan Nuri’nin, Ağrı’da topyekün bir isyan başlatmasından ve “Şeyh Sait hareketinin yaşamış olduğu hazin sonun” yaşanmasından korkuyorlardı.  Hoybun’un kurucu kadroları müstakbel isyanın olabildiğince tehir edilmesi, şartlar olgunlaşmadan Ağrı’daki kuvvetlerin herhangi bir taarruz hareketine girişmemesi taraftarıydılar.  Memduh Selim “Jin İskender” kod ismi ile İhsan Nuri’ye göndermiş olduğu mektupta bu hususu özellikle dile getiriyordu.[37]  Ancak  İhsan Nuri, Memduh Selim’in bu telkinatına muhalif bir adım atarak  öncelikle on üç azadan  oluşan “milli meclis” adında üst bir kurul oluşturur ve “milli meclis” de 21 Kasım’da hükümet kurup, Ağrı Dağı’nda bir cumhuriyet yönetimi tesis eder. Ermenice, Fransızca ve Kürtçe (Arap alfabesi ile)  kaleme alınmış olan bir dokümana göre cumhuriyetin ismi Kürtçe “Civîna Agirî Kurdistan”  (جوىنآكرىكوردستان)  yani  Ağrı  Kürdistan Cumhuriyeti idi. Kürtçe ibarenin karşısına ayrıca Fransızca “République Kurde d’Ararat” (Ararat Kürt Cumhuriyeti) yazılmıştı.[38] Tesis edilen yönetimin isminin kararlaştırıldığı bu günlerde, Ardeşir Muradyan, Ağrı Dağı’nda tesis etmiş oldukları cumhuriyeti Hoy’daki Taşnaksütyun bürosuna şu cümleler ile haber veriyordu:

“İhsan iyi çalışmış. Onun dönemine kadar Ararat’ta hiçbir teşkilatlanma olmamıştı. O, inatçı çabaları sayesinde bir teşkilatlanma oluşturmayı, tüm çabaları bir paydada birleştirmeyi başarmış ve bunun sonucu olarak da “Milli Meclis” adını verdikleri sorumlu bir üst kurul oluşturulmuş. Milli Meclis 13 kişiden oluşuyor. Bu sayı yerel şartlara göre ayarlanmış. Üyelerin neredeyse tümü aşiret reisi. 21 Kasım’da Milli Meclis İbrahim Heskê Telli başkanlığımda bir hükümet kurmuştur. Hükümetin beş vekaleti var [dini, askeri, mali, iaşe ve sekreterya] Sekreterya denilen dahili ve harici işler idaresidir. Dini kısmın idarecisi Seyit Abdülvahap, askeriyeninki İhsan Nurimali bölümününki ise Eyüp Ağa’dır. İaşenin idarecisi  ise Temur’dur. Benim gelişime kadar sekreteryanın geçici yönetimi İhsan’a verilmiş, benim gelişimden sonra bana teslim edildi.(…)  Görüldüğü üzere hemen Ararat hükümetinin teşkil edildiğini tüm dünyaya ilan etmek gerekiyor. Gerek ben gerekse Ihsan talep edilen formülasyonlara tamamen yabancıyız. Rica ediyorum uygun ilanı yaz ve Fransızcaya tercüme ettirdikten sonra gerektiğinde kullanabilmem için sonra bana gönder. (…)”[39]

Dönemin Kürt entelijensiyasının hayali ve özlemi olan Kürt devletinin, yakın doğunun en yüksek mecrası olan Ağrı Dağı’nda vücut bulmuş hali olan bu  cumhuriyetin başkenti dağın en ücra köyü olan  Kurdava köyü  idi. Bu cumhuriyetin  bir başbakanı, cumhurbaşkanı yoktu,  1923’e kadar  Mustafa Kemal’in meclis başkanlığı ile idare ettiği bir “devlet”  modeli, bir “geçiş rejimi” esas alınmıştı. Zira  “Ağrı Dağı Kürt Millet Meclisi Reisi” İbrahim Heskê Têlî en büyük mülki amir idi. Ondan sonra “Vekil-i Şer Civîna Kurdistan” yani Kürdistan Cumhuriyeti Savaş Bakanı İhsan Nuri geliyordu. Ardından da diğer bakanlıklar geliyordu. İlk ihtiyaç pusulasında bu makam ve bakanlıklara adına mühürler, asri ve nizami bir yönetim teşkili için  telefon, şapograf gibi aletlerin yanı sıra  bomba, mitralyöz, gaz maskesi (devletin kimyasal gaz saldırısından korkuluyordu) ve sıhhi malzemeler talep ediliyordu.[40]

Hassas Dengeleri Gözetlemek : Hoybun’un  Dağdaki  Cumhuriyetin Kuruluşuna Karşı Çıkması

Ağrı Dağı’nda Kürt cumhuriyetinin kurulduğu günlerde, kuruluş hazırlıkları 1926 yılının başlarında başlayan Hoybun teşkilatının ilanı için Beyrut’ta kongre tertip ediliyordu. Teşkilatın merkez heyeti için on iki kişi -ikisi kuzey (Türkiye)  Kürdistanı’nı temsil eden  Ağrı havalisinden,  ikisi de Doğu (İran) Kürdistanından olması kaydıyla- seçilecekti.[41]   Kongreye katılmaları için Kürdistan’ın dört parçasının temsil edilmesine dikkat edilecek, Sason’dan Urmiye’ye dört bir taraftaki Kürt aşiret reisleri ve şeyhlere davetiyeler gönderilecekti. Lakin teşkilatlanmanın önündeki en büyük engel İhsan Nuri’nin sekreterliğini yaptığı, Bağdat’taki  Kürt  teşkilatını idare eden Şeyh Ali Rıza Efendi ile ismen varlığını  korusa da  sahada pek etkinliği olamayan Kürt Teali Cemiyeti’nin, Antakya’da yaşayan sekreteri  Memduh Selim arasındaki anlaşmazlıktı.[42] Anlaşmazlık Taşnaksütyun ’un aracılığı ile başlarda çözülmüş olsa da, 5 Ekim’de[43] başlayan Hoybun kuruluş kongresinin bitmesine müteakip günlerde tekrar ayyuka çıktı. Kendisini “Reis-i Kürdistan”  olarak tanıtan Şeyh Ali Rıza Efendi sabık isyanın öncülerindendi. Kongrede belirgin bir mevki talep ediyordu, baştan beri mevcut Kürt hareketinin, Bedirhaniler ile özdeşleşmesinden mustaripti. Bedirhan ailesinin Kürdistan’da bir etkisinin bulunmadığını iddia ediyordu.[44] Hem Hoybun’un kurucu kadroları ve hem de Taşnaksütyun ile anlaşamadığı diğer bir husus ise Sovyetlere yaklaşım meselesi idi. Taşnaksütyun kadroları ve daha çok onların telkini ile Hoybun’un kurucu kadroları, Sovyetlere karşı müspet düşüncelere sahip değillerdi. Zira Bolşevik Rusya “şimdiye kadar sırf Türklerin telkinatıyla hareket eden ve Kürdün milletverperliğine ve istiklal yolunda akıttığı kanları irtica ve derebeylik zanıyla gören” bir devletti.[45] Onlara göre Bolşevizm müstakbel Bağımsız Ermenistan ve Kürdistan için en büyük engeldi.[46] Lakin Şeyh Ali Rıza onlar gibi düşünmüyordu, ona göre şayet mühimat yardımında bulunursa ve “hain canavar Türklerden intikam almalarına vesile olursa, Sovyetler ile de işbirliğine gidilebileceğini, maksada ulaşıp (maksattan kasıt “müstakil bir Kürdistan’ın kurulmasıydı) Ortadoğu’da mandaterlik yapan İngiltere ve Fransa ile komşu olunduktan sonra Sovyet politikasından  kopmak kolaydı.[47] İşte bütün bu fikir ayrılıkları ve beklentilerden ötürü Şeyh Ali Rıza kısa bir süre sonra Hoybun azalığından çekildi. [48] Şeyh Ali Rıza’nın çekilmesi ile birlikte Ağrı’daki teşkilatın ipleri Hoybun’un, haliyle Bedirhanilerin  eline geçecekti.

Baştan beri Bolşevizm karşıtı olan İhsan Nuri de Hoybun ve Taşnaksütyun kadroları gibi düşünüyordu.  Bakü’deyken dönemin Türkiye Komünist Partisi genel sekreteri Mustafa Suphi ile karşılaşmış, Bolşeviklerin Azerbaycan’daki uygulamalarına tanık olmuştu.[49]  Öyle ki 5 Ocak 1927’de Sovyetlerin Urmiye konsolosu Aritin kendisi ve Hurşid Bey ile görüşmek istemiş, ikili bu isteği reddetmişlerdi.[50] İhsan Nuri, çağdaş örgütlenme tarzının  Kürt toplumuna tatbik edilemeyeceğini düşünüyordu. Ona göre aşiret reisleri ile şeyhlerin örgütlenmesi yeterli idi. Hareketin toplumun alt tabakasına yaymak için özel bir çabaya ihtiyaç yoktu. Zira Ağalar ve şeyhlerin örgütlenmesiyle birlikte bu iki güçlü figüre son derece bağlı olan  alt tabaka da  (aşiret efradı, reaya Kürtlerden müteşekkil sıradan köylüler ve fakir şehir sakinleri ) kendiliğinden  örgütlenecekti.  İhsan Nuri dönemin Kürt toplumundaki sınıf olgusunun belirgin olmadığına, alışagelmiş aşiret ve tarikat düzeni üzerinden Hoybun teşkilatının pekala yayılabileceğini düşünüyordu. Elbette muhafazakar ve milliyetçi bir Kürt seçkinler cemiyeti olan Hoybun, bu düşünceyi kanıksıyordu.[51]  Lakin aynı Hoybun deyim yerindeyse  dış yardım için her tuşa basıyordu, kongrenin hazırlık aşamasında, Faşist İtalya’dan yardım isteyen cemiyetin prototipi Kürt Teali Cemiyeti[52],  kuruluş kongresinin kararlarını  İkinci (Sosyalist) Enternasyonal’e gönderip, uluslararası bir kuruluş olarak, ilk defa Kürt meselesini sahiplendiği için Enternasyonal’e teşekkür ediyor, Kürt davasına olan desteğinin devamını talep ediyordu.[53] Hoybun her ne kadar çoğu konuda İhsan Nuri gibi düşünse de, Ağrı Dağı’nda teşkil etmiş olduğu cumhuriyet projesine kati şekilde karşı çıktılar.  Memduh Selim’in alttan alan, yumuşak tavrına karşılık, Bedirhaniler doğrudan İhsan Nuri’yi uyardılar.[54]  Memduh Selim’e göre komşu devletler,  hele azımsanmayacak derecede Kürt tebaasına ev sahipliği yapan İran, Sovyet Rusya gibi komşu devletler, Ağrı Dağı’nda ilan edilen bir Kürt hükümete sıcak bakmayacaklardı. Hatta bu hükümetin ilanı, Türkiye’nin  Kürtlere daha şiddetli bir şekilde saldırması için güçlü bir neden teşkil edecek, ahirde  Türkiye’deki Kürtlerin imha olunması ile sonuçlanacaktı.  Elbette Hoybun’un yegane maksadı “Kürdistan’ın istiklali” idi lakin bunun zamanı daha gelmemişti. Ayrıca Hoybun’un birinci kongresinde alınan karar gereği Kürdistan ve “dünyanın geri kalan muhitlerinde yaşayan bütün Kürtler” , Kürtlerin  yegane teşkilatı olan  Hoybun’a tabi olmak zorundaydılar.  Hoybun kati bir şekilde kendisine tabi olmayan hiçbir Kürt oluşumuna izin vermeyeceğini yüksek perdeden dillendiriyordu.  Buna karşılık Hoybun yine de Ağrı Dağı ve havalisini özerk bir bölge olarak tanıyacaktı.[55]

Hoybun’un Ağrı’ya dayattığı hususlar: İran’a koşulsuz itaat ve “Bayrak” Meselesi

Ayrıca  “Bayrak meselesi” tartışmaya kapalı bir konuydu. Nitekim 1920’de İstanbul’da tanzim edilen bayrak Hoybun’’un kuruluş kongresinde aynen kabul edilmişti.  Memduh Selim bayrağın mezkur tarihte ilk defa  İstanbul’da tanzim edildiğini beyan edip -bu konuda  Ekrem Cemil Paşa dışında farklı bir kaynaktan bahsetmek şimdilik mümkün değil[56]– bayrağa dair tartışmalara son verilmesini ve koşulsuz bir şekilde mezkur bayrağın Ağrı tarafından kabul edilmesini istiyordu:

Birinci Kürt kongresi, milli  Kürt bayrağı hakkında vermiş olduğu kararında 1920 senesinde  İstanbul’daki  Kürt teşkilatında tanzim etmiş olduğu  bayrağı  kabul etmiştir.  Bu husustaki  esbab   şudur:   mezkur bayrak o tarihte  İstanbul’da  ve umum Kürtler tarafından kabul olunarak   dövel-i muazzamenin  orada bulunan  fevkalade komiserliklerine  resmen  takdim edilerek  bu devletlerce  Kürt  bayrağı olarak  tanınmıştır.  Diğer taraftan bu bayrak Avrupa ve  Amerika’nın  muhtelif mahfiline bir  mektupla gönderilmiş ve  mahfil-i mezkure tarafından aynı  şekilde  resmiyeti tabiyet  edilmiştir.  Bir taraftan da  birçok Kürtler nezdinde  tamim olunmuştur. Şu suretle o zaman teşmiyet edilmiş bulunan Kürt bayrağı sekiz senelik bir tarihe malik bulunmaktadır.  Pek kıymetli olmakla beraber her halde ihmali doğru olmayacak olan  bu  hususa  binaen kongre mezkur bayrağı aynen ve bila- münakaşa kabul etmiştir.  Kongrenin mukarreratı bütün milletin kararı olmakla artık bayrak meselesi üzerinde münakaşaya imkan olmayıp, mezkur bayrak, Kürtlerin milli bayrağı bulunmuştur. Bayrağın şekli şudur: birbirine müteakip olmak üzere kırmızı, beyaz, yeşildir. Bu üç renk bayrak direğine umut olmuş oluyor. Ortasına tesadüf eden beyaz rengin üzerinde sarı bir güneş fevkalade şeklinde tam bir dairedir. Bayrakta güneş şuleli olarak yukarıdan  kırmızı  ve aşağıdan  yeşile sirayet ediyor. Şimdilik  alelacele yaptırılan bir numune gönderilmiştir.”[57]

Mezkur bayrak, dönemin İran bayrağına son derece benziyordu.  Hoybun’un “Aryan”[58]  teması bağlamında büyük umutlar beslediği ve her seferinde ırki yakınlıktan ötürü kendisine duyduğu şiddetli sempatisini dile getirmekten çekinmediği İran’la pekala ulusal simge meselesi üzerinden de benzerlik kurma çabası içinde olduğu ve bu  amaçla dönemin İran bayrağına yakın bir bayrak tanzim etmiş olabileceği ihtimalini de göz ardı etmemek gerekiyordu. Zira Memduh Selim mezkur bayrağı tarif ederken ,“Bu bayrağa şîri (aslan) inşa edersek aynen İran’ın bayrağıdır denilebilir” diyordu.[59] Velakin tanzim edilen “Kürt bayrağı”nı  güneşi arkasına alan aslanlı İran bayrağından ayıran bir diğer fark ise kırmızı ile yeşil renklerin yer değiştirmiş olmasıydı. Yine de birbirinin tıpkısı olan bu iki bayrak  renklere  ve güneş sembolüne atfedilen anlamlar itibariye eski Zerdüşti inanca ve tarihsel  arka planı Med-Pers imparatorluklarına dayanan ortak mitolojik öğretiye dayanıyordu.[60]  Oysa İhsan  Nuri’nin Ağrı’da teşkil ettiği yönetim için düşündüğü bayrak İslami temayı da taşıyordu:

“(…) Ayrıca iyi kumaştan bir bayrak hazırlamak lazım. Bayrağın zemini, siyah olacak. Köşedeki güneş, ışınları ve üstündeki yazı beyaz olacak. Güneş ve yazı el işlemesi şeklinde olacak. Bayrağın rengi ve şekli kalabalıklar üstünde etkili olsun diye özel seçilmiştir. Siyah, her şeyden önce peygamberlerinin bayrağını, ayrıca Kürt halkının siyasi mevcut kapkara durumunu, güneş ışını ise geleceği ve Kürt davasının zaferini simgelemektedir. (…)”[61]

Hoybun’un İran’a dönük sempati ve taşıdığı iyimserliğe rağmen özellikle 1930 yılı itibariyle İran, Ağrı Dağı’ndaki Kürt kuvvetlerine karşı çoğu zaman “düşmanca” davranıyordu. İhsan Nuri’ye ve idare ettiği Ağrı teşkilatına sorunlar çıkaran, Maku ilhanisi ve İran Azerbaycan’ındaki askeri komutanlığın düşmanvari  yönelimlerini, Turanizmin etkisine giren İranlı Azeri yetkililerin şahsi tutumu olarak görme eğiliminde olan Hoybun, İran ile hiçbir surette çatışmaya girmeme hususunda son derece kesin emirler tebliğ ediyordu. [62] Öyle ki bu günlerde, Biroyê Heskê Têli, İran Şahına gönderdiği mektupta, Ağrı’daki Kürt mücadelesinin İran devletinin  güvenliğine dönük yararlı bir “kar” olduğunu, Türkiye’nin amacının Turanizm  ülküsü dahilinde Azerbaycan ile arasında mani teşkil eden Maku’dan, Erzurum’a kadar olan Kürdistan parçasını ortadan kaldırmak olduğu, Kürtlerin hedefe konulmasının sebebinin ise kendilerinin  Farslarla “emizade” (amca çocuğu) olması hasebiyle “akvam-ı İraniye” (Aryan kavmi) ye mensup olmalarına bağlıyordu.[63] Öbür taraftan Bedirhaniler ise daha açık bir şekilde İran’ın toprak bütünlüğüne zeval gelmeyeceğini, yani Kürtlerin kurtuluşunu gaye edinen Hoybun’un İran tebaası olan Kürtleri kapsamadığını ima ederek, İran’la anlaşmamanın Ermenilerle vuku bulan anlaşmazlığın neticesine  (Ermeni soykırımı) eşdeğer sonuçlar yaratacağını belirtiyordu ve ekliyordu:

Çünkü İran bu gün zayıf olmakla beraber yarın Türk ve Tatar istilasına bizimle beraber  göğüs gerecek  olan  en büyük  Ari millettir. (…) Aksi  en büyük  dostumuz olması lazım gelen  İran’ı  kendimize  düşman  edebiliriz ki, bu hem  bizim,  hem  İran, hem Ermeni  ve bütün Ari  ırkı için  büyük  bir  felaket olur.  Ermenilerle aramızdaki ihtilafın badi olduğu netayic-i vahim göz önündedir. 1914 senesindeki Ermeni katliamı ve üç seneden beri devam eden Kürt katliamları hep bu anlaşmamanın netayic-i mevti avaredir?  İran ile ihtilaf halinde bulunmak bizi aynı hatta daha vahim netayice, kardeşinin katli olmak gibi fecaiye sevk edebilir ve bu netayic belki de  gayrı kabil  telafi olur. Böyle  bir ihtilafın  vukuundan istifade edecek yine Türkiye’dir. O Türkler ki yirmi beş seneden beri  Ari ırkına  karşı müthiş bir suikast hazırlamakla  meşguldür.  O Türkler ki Turan  ve Turancılık  gayesinin  vüsulü hakkında Ari  ırkının  imhasına katiyen karar  vermiştir. (…) Bu  facianın  neticesi  Turan  ve Turancılığın tenvici  olacaktır.”[64]

Elbette bu amaç doğrultusunda nicedir İran’a başkaldırmış olan Simko da artık gözden çıkarılabilirdi. Nitekim Hoybun,  İran’a savaş açan Simko’yu “Türklerin teşviki ile cinayet işleyen bir elebaşı” olarak görmeye başlamıştı.[65]  Zira Hoybun Simko’yu yatıştırmak ve Ağrı teşkilatına katmak için çok fazla mesai harcamışlardı. Öyle ki araya Kör Hüseyin Paşa ve Hacı Musa Bey gibi iki etkili Kürt aşiret reisini dahi soktular, lakin Simko, İran’a karşı savaşmaktan vazgeçmediği gibi, Ağrı hareketine de pek yanaşmamıştı.[66] Hoybun’un İran’a dönük iyimser telkinleri ve yoğun Aryan milliyetçiliği propagandası İhsan Nuri’yi derinden etkilediği görülmektedir. İhsan Nuri Paşa da “yol kazası” olarak değerlendiği, İran’ın Ağrı İsyanı sürecinde Türkiye’yi desteklemesi meselesini “Aryan” aidiyetini reddeden ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından manipüle edilen, Türkçe konuşan İranlı Azeri yetkililerin komplosu olarak görür ve “şah hazretleri”nin bu meseleden teferruatlı bir şekilde bilgilendirilmediğini (her ne kadar sonraki yıllarda Şah’ın kendisine, “İhsan Nuri Paşa kusura bakmasın, yaşadığı zorluklar siyaset gereği ve dönemseldi.” dediğini belirtse de) savunur.

Ağrı’nın zor zamanları: Hoybun’un vaatlerini yerine getir(e)memesi, Talan ve Af Kanunu

Hoybun, “Birinci Bölge”yi teşkil eden Ağrı Dağı ve havalisini Müstakil Kürdistan’ın bir vilayeti olarak addetse de, aslında Ağrı Dağı’nda tesis edilen yönetim, özerk bazen de bağımsız bir yönetim görevi görür.[67]  Elbette bu özerk bölgenin, Hoybun’dan beklentileri yüksekti. İhsan Nuri’nin, 1927’nin sonlarından itibaren Hoybun merkeziyle yapmış olduğu  hemen hemen bütün yazışmaların  değişmeyen  temalardan  birisi maddi yardım beklentisidir.  Hoybun, İhsan Nuri’ye gönderdiği cevap mahiyetindeki raporlarda Ağrı’ya gereken yardımın kendileri tarafından mutlaka yapılacağını belirtir.[68] Lakin beklenilen yardım bir türlü gerçekleşmez, daha sonra Ağrı’ya acil ihtiyaçların temini için elli Osmanlı altını gönderildiği yazılır ve geri kalan ihtiyaçların da “Ararat mahalinden” temin edilmesi istenir.[69] İhtiyaçların yerelden temin edilmesi kararı, İhsan Nuri’nin hiç arzu etmediği ve elinden geldiğince kaçındığı soygun vakalarına sebebiyet verir.[70] Aradan geçen on ay zarfında da bu elli altın gelmeyince (aslında bu elli altın hiç gelmeyecekti) İhsan Nuri ekim ayında Memduh Selim’e zehir-zemberek bir mektup yazar, Hoybun’u lakaytlıkla itham eder. Zira hem Hoybun’un muhitte teşkilatlandırılması hem de çevreye yeni “çete”lerin sevk edilmesi ve muhitte halk üzerinde tesis edilmiş olan etkinin devamı  için nakdi paraya ihtiyaç vardı[71], ona göre  Sovyet, İran Ve Türkiye hududunun kesiştiği yerde “bağımsız bir hükümet” ile idare edilen Ağrı teşkilatı, hiçbir devletten yardım almadan  bütün maddi eksikliklere rağmen ayakta kalabilmiş, Suriye’ye kapanan Hoybun’un dış mesailere (Bedirhanilerin Amerika ve Avrupa’da yapmaya çalıştıkları örgütsel faaliyetler kastediliyordu) harcadığı parayı şayet “Birinci mıntıkaya” yani Ağrı hareketine harcamış olsaydı, o gün için sonuç farklı olacaktı.[72] Gerçekten de Hoybun yeterli miktarda maddi kaynağa malik değildi. Bir nevi “banka” olarak telaki ettiği Taşnaksütyun da sanıldığı kadar “zengin” değildi. Hoybun merkezi bu sefer de İran ahalisi ve hatta İran hükümetinden yardım talep etmesini öneriyordu. Ağrı ile Hoybun arasındaki ilişkilerin kopma noktasına geldiği 1928 sonbaharında, İhsan Nuri finans meselesinin çözümü için Kürtlerin bir çeşit vergiye tabi tutulmasını, Hoybun merkez heyetinden bazı yetkin şahısların her haneden senelik gelirine göre “avarız” yani bir çeşit zorunlu vergi almasını ve toplanan hasılatın teşkilata aktarılmasını öneriyordu.[73] Zira bir an önce finans meselesi çözülmeliydi, şayet mesele çözülmezse ilan edilen Af Kanunu ile birlikte dağdan ayrılanların sayısı artacak, bu da Ağrı teşkilatının iyice zayıflamasına sebep olacaktı.[74]

9 Mayıs 1928’de ilan edilen Af Kanunu ile birlikte Ağrı Dağı’nda çözülmeler başlamıştı.  Şeyh Abdülkadir gibi güçlü figürler af kanunundan yararlanarak köylerine geri dönmüşlerdi.[75] Yüz elli hanelik Saka aşiretinden müteşekkil bir oba ile Aladağ’a çekilen Şeyh Abdülkadir, her ne kadar “hıyanet” ile suçlansa da, Ağrı teşkilatı tarafından herhangi bir yaptırıma maruz kalmamış hatta kendisine karşı adavette bulunan rakip aşiretlere karşı korunmuştu.[76] Elbette bu ayrıcalıklı muamelenin başat sebebi Şeyh Abdülkadir’in muhitteki aşiretler nezdinde (Sakan ve Kotan) son derece etkili bir figür olmasıydı.  Lakin aftan yararlanıp Ağrı’dan ayrılan bazı aşiret efradı, Şeyh Abdülkadir kadar ayrıcalıklı değillerdi. “Hıyanet” olgusuna pek toleranslı yaklaşmayan Ağrı teşkilatı, dağdan kaçıp devlete teslim olanları ölüm cezasına çarptırıyor ve “fedai” desteleri vasıtasıyla bu şahıslara karşı suikastlar gerçekleştirebiliyordu.[77] Dahası taşıdığı mahiyet ve asabiye itibariyle bir nevi Alamutlaşan  Ağrı teşkilatının görünen yüzü İhsan Nuri Paşa, caydırıcılık maksadıyla özellikle namlı direnişçileri ortadan kaldırmaya çalışan  muhitteki mülki amirlerin başlarına da  ödül koymayı düşünüyordu.[78]  Hoybun’un öngördüğü müstakil Kürdistan’ın özerk “birinci mıntıka”sını idare eden isyan karargâhı, aynı yıl Ağrı Dağı’nda Birinci mıntıka meclisi oluşturur, mıntıka meclisi kongresini yirmi yedi azanın katılımı ile 5 Ekim 1928 tarihinde gerçekleştirir.  Kongrede, meclis başkanlığına Zilan Bey (Ardeşir Muradyan), sekreterliğe Molla Sunullah Efendi, birinci mıntıka başkanlığına Biroyê Heskê Tellî seçilir. Ayrıca meclisin yürütme kuruluna  Ferzende Bey, Musa Birgi, Eyup Heskê Telli, Elo Beşo aza olarak seçilir.[79]  Aynı kongrede İhsan Nuri’nin “paşalık“ rütbesi ile taltif edilmesi hususunun Hoybun merkez komitesine iletilmesi önerilir ve öneri oybirliği ile kabul edilir. Böylece 1928 Kanikork çatışmasında Ağrı kuvvetleri bölgedeki ordu birliklerine ağır kayıplar verdirince, bu “zafer” ve daha önce yapılmış olan öneri üzerine Hoybun, Osmanlı’nın yüzbaşılığa ve Cumhuriyetin binbaşılığa kadar yükselttiği İhsan Nuri’yi “Kürt milleti” adına “Paşalık” rütbesi ile taltif eder. İhsan Nuri bu süreçten sonra artık “Paşa” olarak anılmaya başlar.[80] Söz konusu meclis, ikinci kongresini 1929 baharında Halikan aşireti muhitinde, üçüncü kongresini de Tambat köyünde 18 Nisan 1930’da gerçekleştirir. Son kongrede Birinci Bölge Başkanlığı’na, İhsan Nuri Paşa seçilirken, devletle af meselesini görüştüğü için dağdan ayrılmaya zorlanan Sipkanlı Halis Bey’in meclis üyeliği düşürülür ve yerine aynı zamanda “Ağrı Valiliği” görevini de yürüten İbrahim Ağa yani Broyê Heskê Telî seçilir.[81] İsyanı koordine eden Hoybun’un İran şubeleri bu günlerde İran devleti ile anlaşma yoluna gider. Ağrı meclisi, Rupen Ter Minasyan’ı yabancı ülkeler ve İran devleti ile yürütülen ilişkiler babında yegâne yetkili kılınmasına karar verir.[82]

İhsan Nuri’nin çabalarına rağmen savaşçılar tamamen politik bir aksa giremez ve Hoybun’un ekonomik vaatlerini yerine getir(e)memesi Ağrı’daki kuvvetlerin bir Kürt aşiret klasiği olan “talan” kültürüne tamamen teslim olmasına sebebiyet verir.[83] Bu çetin süreç boyunca, Hoybun tarafından görevlendirilen ve kendisi aynı modern ülküyü taşıyan Kör Hüseyin Paşa’nın oğulları Nadir Bey (Süphandağ) ile “Mamo Kurdi” kod ismini kullanan Mehmet Bey (Süphandağ) Ağrı Dağı’nda, İhsan Nuri’nin en mühim yardımcıları olurlar.[84] Buna karşılık hududun İran yakasında bulunan Türkiye Millet Meclisi’nin ilk dönem Van Mebusu olan Hasan Haydari Bey ile Bedirhan sülalesine mensup (aynı zamanda tarihçi Cemal Kutay’ın ablası) eşi Fitnat Hanım deyim yerindeyse kendisinden rol çalmaya çalışırlar.[85] İhsan Nuri Paşa Hoybun’un müttefiği olan Taşnaksütyun’un desteğini alarak bu kliği bertaraf etmeyi başarır. Lakin Ağrı Dağı muhitindeki geleneksel karmaşık güç odaklarını bertaraf etmeyi bir türlü başaramaz. Ferzende Bey ile Halis Bey’in başını çektiği aşiret kliği, paşanın aleyhinde Taşnaksütyun’a mektuplar gönderirler:

Taşnak Heyet-i Merkeziyesine, Maruzâtımızdır, 1927 tarihinde Ağrı’ya iştirak ederek müteassir bir şekle muvaffak olduk. Türkler bizi bu halde gördükleri takdirde bir tecil kanunu çıkarıp (af kanunu) milleti iğfal ederek umum arkadaşlarımız bizden ayrılıp dehalet (teslim olmak) ettiler. Yalnız Ağrı’da bizler ve bir miktar adamlarımız bizden ayrılmayarak kaldılar. Aynı tarihte İbrahim Ağa bendesini (hizmetçisini) gönderip dehalet ederek bin banknot aldı. Bizler ise katiyen Türklerin fırıldağına kapılmadık. Bilahare bizden malumatsız İbrahim Ağa ve Sakanlı Lezgi Ağa (Lezgiyê Silo), İhsan Bey’le muhâbere ederek (haberleşerek) Türkler bir heyet gönderip Şêxlû karyesinde merkum (adı geçen) arkadaşlarımız, Türklerden yirmi bin evrak-ı nakdiye (lira) talep ederek güya muhacirleri Ağrı’dan çıkaracağız. Bunun üzerine bizler de mecbur olarak Türklerle muhabereye (haberleşmek) mecbur kaldık. Şimdi ise işten el çekmişiz ve adamınız Keğam Ağa gelip umum Ağrı’da azasının fikrini anlamıştır. Kendisinden sual ediniz. Eğer sizlerle çalışıp bir gün evvel elimize bir ekmek düşüreceğiz. İçimize iki adam heyetten gönderiniz. İhsan Bey Dilrehan’dan çıkmaz. Yalnız kendi menfaatini düşünür efendim.

Imza: Sipkanlı Halis Abdülmecid, Hesenanlı Ferzende Süleyman.”[86]

Ferzende ve Halis Beyler, İhsan Nuri Paşa’nın aleyhine mektup göndermekle yetinmeyip daha da ileriye giderek, paşanın emrinden zinhar çıkmayan Edoyê Azizi gibi sadık bir kumandanı infaz etse de, yine de aleni bir şekilde İhsan Nuri Paşa’yı karşılarına almaya cesaret edemezler.

Şeyh kliği ile İhsan Nuri Paşa arasındaki ilişki ise daha kompleks bir yapıya sahiptir. İhsan Nuri Paşa her ne kadar modernist bir yordama sahip olsa da anılarından da anlaşılacağı üzere İslami akaide son derece bağlıdır. İsyan süresince Ağrı Dağı’ndaki bir şeyhin kendisi için yazdığı muskayı umumiyetle boynunda taşıyacak derecede de Sünni gelenekten kopamayan mütedeyyin bir zattır. Berzenci şeyhi Seyid Resul ile uyumlu bir mesai yürütse de aynı zamanda Sakan aşiretinin reisliğini yapan Şeyh Abdülkadir ile bu uyumu yakalayamaz. Öyle ki iddiaya göre Şeyh Abdülkadir kendisini öldürmeye bile yeltenmişti.[87] Ancak Ağrı’nın asıl sakini ve dağın eteklerindeki geniş meraların resmiyetteki sahibi Biroyê Heskê Têlli ve geniş ailesi ile İhsan Nuri Paşa’nın kuzenleri olan Hesenanlı Sêvdin, Çevreş ve Têlo beylerin isyan süresince İhsan Nuri Paşa’yı fiziki olarak koruyup kolladıkları anlaşılıyor. Yoksa çocukluğundan itibaren Kürdistan’dan kopmuş ve anadili Kürtçe’ye dahi vakıf olamayan firari subay İhsan Nuri’nin, arkasında güçlü aşiret desteği bulunan Ferzende- Halis Bey ile Kürdistan’da geniş bir mürit ağına sahip Seyyid Resul ve Sakanlı Şeyh Abdülkadir gibi güç odaklarına karşı etkin bir şekilde konumlanması söz konusu olamazdı. Bu husustan da anlaşılacağı üzere, her ne kadar İhsan Nuri Paşa aksini iddia etse de, Ağrı İsyanında ünik bir liderlik erkinden bahsetmek son derece zor görünüyor. Elbette her ne kadar sahada bu parçalı güç odakları mevcudiyetini korusa da isyanın modern aklını temsil eden İhsan Nuri Paşa, “Hoybun Fevkalade Askeri Komiseri” unvanı ile Hoybun ’un yol haritasını uygulamakla memurdur. Lakin “Kürdistan’ın özgürlüğü”nün amaçlandığı bu isyan sürecinde İhsan Nuri Paşa’nın nezdinde dahi Kürt milliyetçiliği olgusu, Kemalist elitin icra ettiği Türk milliyetçiliğine duyulan tepkiden öteye geçemez. Konforlu sayılabilecek bir yaşama sahip bu otuzlu yaşlardaki genç subay, Kürtlerin Mustafa Kemal Atatürk’ü olmaya adaydır; lakin elindeki bakiye, Mustafa Kemal’in elindeki Osmanlı bakiyesi ile hiçbir şekilde boy ölçüşmeyecek kadar zayıftır. Sonuç olarak askeri edinimleri ile geleneksel bir Kürt isyanını modern bir çerçeveye sokmaya çalışan İhsan Nuri Paşa, 1930 sonbaharında İran’a sığınmak zorunda kalır. Bunu bir “yenilgi” olarak nitelendirmeyen İhsan Nuri Paşa bundan sonra kültürel ve siyasi çalışmalara yönelir.

Ağrı Dağı Muhasarası ve Kaçınılmaz Son: Yenilgi ve Katliam

1930 yılının baharına kadar İran üzerinden Ağrı Dağı’na lojistik destek sağlanır. Lakin isyanın Ağrı muhitini aşarak Van, Erzurum, Muş ve Bitlis gibi çevre vilayetlere de sirayet etmesiyle birlikte Cumhuriyet hükümeti sert askeri önlemler alır. Erciş’teki Hoybun şubesi reisi Seyid Abdulvahap, bu şubeye bağlı askeri kuvvetlere kumandanlık eden Seyyid Resul ve Hoybun merkez azası ve aynı zamanda Hoybun Orta şube (bu şube isyan muhiti ile İran’daki şubeler arasında köprü görevi görmekteydi) reisi Mehmet Bey (Mamo Kurdi) İhsan Nuri Paşa’dan azade olarak Erciş’e saldırır, isyan karargahın belirlediği tarihten önce gerçekleşen Erciş saldırısı kısmen başarılı olur. Lakin saldırının akabinde dokuzuncu kolorduya bağlı birlikler Zilan vadisini tamamen kuşatır. Böylece Ağrı Dağı’nda bulunan İhsan Nuri Paşa ile muharebe hattı tamamen kesilir. Bunun üzerine Erciş Hoybun Şubesi, Çaldıran hattı üzerinden doğrudan Rupen Ter Minasyan ile iletişime geçer. Nitekim Ter Minasyan’a gönderilen 29 Haziran tarihli müşterek mektupta acil yardım talep edilir:

Rupen Paşa Hazretlerine…Allah’ın inayetiyle, iki komitelerin himmetiyle Zilan’dan, Süphan Dağına kadar taht-ı işgalimize aldık. Seyyit Abdulvahap Efendinin riyâseti (başkanlığı) altında içtima ve teşkilât da resmî şeklini fiile çıkardık. Çok iğtinâm aldık. İki yüz elli nefer (asker) esir, dört büyük mitralyöz, on sekiz otomatik, yüz elli hayvan esir ettik. Kuvvet ve sebat ve gayretimiz fevkaladedir. Yalnız tüfek ve cephaneye ihtiyacımız vardır. Komitenize iki vekil gönderdik. Merkum (adı geçen) reisimizle komitenizden gönderilen İbrahim Şiko Bey her türlü muavenetimizi (yardım) temin edeceksiniz eğer elzem olan levazımatımızı temin etmeyecek olursanız resmen cevap veriniz. Çünkü son nefesimizdir. Bunun için bir saat evvel muavenetinizi isteriz veya cevap veriniz. Levazımatımız yüz adet nefer, top, otomatik mitralyöz, esliha (silah) tamiratını temin ve işdetecek (işletecek?) neferlerden gönderilmesi daha ehemdir.

Çete Reisi, Ademanlı  Reisi – Kalkanlı Reisi,  Xeloyî  Reisi,  Hecîdêrî  Reisi, Haydaranlı reisi, Hemoyî reisi , Bekiranlı reisi.[88]

Bu yardım talebine rağmen Zilan ve Erciş bölgesine herhangi bir yardım girişiminde bulunulmaz. Kaderine terk edilen Zilan ve Erciş havalisi tamamen kuşatılır. Evvela bölgeye büyük bir askeri kuvvet ve son teknoloji ile donatılmış bir hava filosu gönderilir. Zilan vadisi ve komşu muhitlerde kanlı katliamlar gerçekleştirilir, binlerce sivil katledilir, onlarca köy yakılır.[89] Ayrıca İran’a da nota üzerine nota verilir. İhsan Nuri Paşa ile Rupen Paşa dönemin “Türk yayılmacılığı”na karşı Fars- Kürt- Ermeni halklarının mücadele birliğini öngören “Turan’a Karşı Aryan” argümanını Fars bürokratlara anlatmaya devam ederken, İran o sıralar Türkiye ile pazarlık yapmaktadır.[90] Öyle ki Ağrı Dağı’nın İran toprağı olan kısmı Türkiye’ye bırakılır ve Ağrı Dağı’na giden lojistik hattı kesilir. Böylece isyan karargahının dış dünya ile olan bağı kesilir.

Esasen Temmuz ayında Zilan vadisinde icra edilen katliama kadar psikolojik üstünlük Ağrı Dağı’ndaki isyan karargahının lehinedir. Lakin katliamdan sonra sahadaki psikolojik üstünlük orduya geçer. Bu esnada Rupen Ter Minasyan bu korkunç katliamları yabancı kamuoyuna anlatabilmek için Milletler Cemiyeti ve Sosyalist Enternasyonal’e başvurur. Kürt katliamını, on beş sene evvel icra edilen Ermeni katliamının devamı ve Panturanizm siyasetinin tatbiki olarak gören Rupen Paşa’nın o gün söyledikleri son derece düşündürücüdür:

“(…) Van’da icra edilen katliamlar ve tarafınızdaki şiddetli çatışmalardan haberdar olarak dış temsilciliklerimize bilgi vermişim. Uluslararası kamuoyuna ve Sosyalist Enternasyonal ve söz konusu mesele ile alakadar olan devletlere müracaat etmelerini arkadaşlarımdan rica etmişim. Kürt katliamları Ermeni katliamların devamını ve Panturanizm davasının icrası olduğunu belirterek Türk ve Rus askerlerinin topraklarımızdan uzaklaşmaları ve Ermeni, Kürt müttefik ve bağımsız devletlerin kurulması hususunda bize taraftar olmalarını talep etsinler. Eğer bu çabalar yerine ulaşırsa ve eğer bugün müspet bir sonuç elde edilmezse bizim geleceğimiz için zemin hazırlamış olurlar (…)” [91]

Rupen Paşa askeri hususlarda da İhsan Nuri’ye bir dizi öneride bulunur. Van Gölü’nün güney istikametinden Hakkâri ve Irak sınırına uzanan dağları tutmanın ehemmiyetinden söz eder. Tahran’da ikamet eden Rupen Paşa, Ağrı Dağı’nda kara ve hava güçlerinin şiddetli taarruzu altında bulunan İhsan Nuri’ye afaki vaatlerde bulunurken, İhsan Nuri “teknik teçhizat ve erzak taleplerimden vazgeçtim, bize sadece cephane gönderin” diye yazıyordu. Muhasaranın gittikçe şiddetlendiği bu günlerde, Ağrı Dağı’na bir mektup daha ulaştı. Hoybun Dış ilişkiler Temsilcisi namı ile söz konusu mektubu kaleme alan Kamuran Ali Bedirhan, Irak ve Suriye sınırındaki birkaç başarısız askeri girişimi abartarak naklediyordu:

“(…) Irak hududuna yakın olan mıntıkalardaki kuvvetler 15 Temmuz 1930 tarihinden itibaren Van Gölünün sahillerine kadar olan mıntıkaları işgal ve oralarda kargaşalıklar çıkarma görevine memur edilmişlerdir. Gever (Yüksekova) kazasının Oramar nahiyesi bu kuvvetler tarafından işgal edilmiş ve Türklere mühim darbeler vurulmuştur. Barzan ve Şemdinan mıntıkalarına (Irak arazisinden) giren sekiz yüz süvari içerideki harekâta yardım etmektedirler. Botan, Hevirkan, Tur-Abidin, Mazı Dağı, Viranşehir, Siverek, Urfa civarındaki aşiretler genel merkez azasından Celadet Ali Bedirhan Bey, Haco Ağa, Cemil Paşazade Ekrem ve Kadri Beyler, Milli Aşireti Reisi İbrahim Paşazâde Mahmut Bey, Berazi Aşireti Reisi Mustafa Şahin ve Bozan Beyler kumandasında Siirt, Bitlis, Sason, Hazro, Silvan, Malatya, Harput, Dersim istikametinde 3 Ağustos 1930 gecesinden beri ilerlemektedirler. Suriye’de iyi teçhiz edilmiş bin Kürt içeriye girmişlerdir. Cemil Paşazade Mehmet Bey Diyarbakır’a doğru yürüyüş ve Ekrem Bey kumandasında bulunan kuvvete eşlik etmekte, Mirdêsî Aşireti Reisi Osman Sabri Ağa Dersim’de çalışmaktadır. (…)” [92]

Oysa bütün bu askeri girişimlerin içinde sadece “Oramar İsyanı” etkili olabilmişti. Şeyh Ahmed Barzani ve Mela Mustafa Barzani’ye bağlı kuvvetler Oramar nahiyesindeki askeri birliği yedi gün boyunca kuşatmış, kuşatma altındaki birliğin yardımına gelen Şemdinli’deki Hudut taburu ağır kayıplar vermişti. Lakin 28 Temmuz sabahı başlayan ağır hava bombardımanı sonucu, Barzani birlikleri Oramar nahiyesindeki kuşatmayı kaldırarak akşamüzeri geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Haco Ağa, Nusaybin civarındaki küçük bir hudut karakoluna baskın yapabilmiş, Berazi aşireti kuvvetleri Suruç hattından içeriye girememiş, Dersim’e giden Osman Sebri yarı yoldan geri dönmek zorunda kalmıştı. Celadet Ali Bedirhan, Cemil Paşazade Ekrem ve Kadri Beyler, Milli Aşireti Reisi İbrahim Paşazade Mahmut Bey ise yerlerinden dahi kıpırdayamamışlardı.[93] Kamuran Ali Bedirhan’ın bu mektubu, ağır bir kuşatma altında bulunan İhsan Nuri Paşa ve Ağrı kuvvetlerine umut aşılamaktan başka bir gaye taşımıyordu. Nitekim Kamuran Ali Bedirhan mektubunun sonunda İhsan Nuri Paşa’nın “bütün Kürt kuvvetlerinin genel kumandanı” olarak atandığını müjdeliyor ve yola çıktığını iddia ettiği kuvvetlerin Ağrı dağı havalisine ulaşır ulaşmaz kendisinin emrine gireceğini belirtiyordu:

“Kumandanlık yani fermandanlıklar altı tanedir: Birinci fermandanlık, merkezi Botan, fermandar Celadet Ali Bedirhan Bey. İkinci fermandanlık, merkezi Heverkan, fermandar HacoAğa. Üçüncü fermandanlık, merkezi Mazı Dağı, fermandar Ekrem Bey. Dördüncü fermandanlık, merkezi Sason, fermandar Kadri Bey. Beşinci fermandanlık, merkezi Viranşehir, fermandar Mahmut Bey. Altıncı fermandanlık, merkezi Urfa civarı, fermandar Bozan Bey. İş bu fermandarlar zat-ı âlîleriyle muvâsala (ulaşmak) temin etmekle beraber kumandanlığınıza tâbi olacaklardır. Zaman-ı tatbiki henüz takarrür etmemekle beraber zat-ı âlîleri merkez-i umumî kararıyla bilumum Kürt kuvvetleri başkumandanlığına tayin buyruldunuz. Bilumum Kürt kuvvetleri kumandanı sıfatıyla ifa-yı vazife buyuracağınız zaman ayrıca tebliğ kılınacaktır.”[94]

Sonuç olarak mektupta adı geçen hiçbir kuvvet Ağrı Dağı’na ulaşamadı. Öyle ki bir dizi kanlı çarpışmadan sonra Eylül 1930’da 9. Kolordu III. Ağrı Harekâtı başlatır. Aynı günlerde İran ile  bir dizi antlaşmadan sonra  Ağrı Dağı tamamen  muhasara edilir. 6 Eylül’de Türk ordusu  18.000 kişilik bir  kuvvetle Ağrı’ya saldırır.  Bu son saldırıya 15 uçaktan müteşekkil bir hava filosu da eşlik eder. Serdar Bulağı cephesini savunmak üzere görevlendirilmiş olan  Kızılbaşoğlu Aşiretinin savaşmadan İran’a kaçmış olması, özellikle de İran Devletinin, topraklarından geçerek arkadan,  Ağrı Dağı üzerine ilerlemesi için Türk ordusuna izin vermesi, Kürt kuvvetlerin beklenmedik bir cepheden  saldırıya uğramasına sebebiyet verir. Zilan Deresi’nden gelen katliam mağdurları için yiyecek temini mecburiyeti hasıl olduğundan,  yiyecek temini için gücünün bir kısmını,  İran’a gönderen İhsan Nuri ve Biro emrindeki kuvvetler, ordu karşısında zorlansa da Mıh-Tepe,  Serdar Bulağı, Eli köyünün doğusu, Axorik’in güney bölgelerinde karşı saldırılara girişir. Lakin ordunun kılavuz taburları,  Ağrı  Dağı  doruğunun  yakınındaki Kürt mevzilerini aşarak, muhiti  ateş altına alıp, daimi  top atışları ve uçaklardan attıkları bombalarla Kürt kuvvetlerinin mukavemetini kırarlar. Top ve uçak bombardımanları yüzlerce ifade edilebilecek kadın ve çocuğun ölümüne sebebiyet verir. Kürt kuvvetlerinin manevi gücü kırılır. İhsan Nuri’ye göre “herkes kendi ailesini ve çocuklarını koruma endişesine düşer.”  Aralıksız süren ve şiddetli bir şekilde vuku bulan çatışmalar sebebiyle mühimmat azalır:

“Türkler ellerine geçirdikleri yaralıları, kadınları ve kundaktaki bebekleri dahi süngülerle korkunç şekilde öldürdüler. Türk hükümeti, Başkend köyünde kendilerine tabi Gelturi Aşiretinden birkaç hanenin sakinlerini, çocuklarına varıncaya kadar hepsini süngülettirmiştir. İçlerinden sadece güzel bir kızı Başkend nahiyesi müdürü öldürtmeyerek kendisiyle evlenmesini istemiş, ancak kız kabul etmemiştir. Ağrı Dağı’na saldıran Türklerin 3 uçağı, bizim açtığımız ateşle düşürüldü. Türklerin kaybının bizim savunmadaki adam sayımızdan fazla olduğunu tahmin ediyoruz. Uygun bir zamanda ayrıntılı rapor takdim edeceğimizi bildiririm.”[95]

9 Eylül sabahı itibariyle Ağrı’daki kuvvetler her taraftan çok dar bir alana sıkıştırılır. 12 Eylül’de artık savunma da mümkün olmadığından kuşatma zincirini yararak dışarı çıkmaya kararı verilir. Ağrı Dağı’ndan çıkma hareketi iki koldan gerçekleşir. Birinci kol İhsan Nuri Paşa’nın emrinde Serdar Bulağı-Takolti Dağı arasından, ikinci kol Biro’nun komutasında Axorik vadisinden geçer.  Hayvan, davar, her çeşit eşya yerinde bırakılır. Birinci kol, 12 Eylül’ü, 13 Eylül’e bağlayan gece, Serdar Bulağı-Takolti Dağının arasında bulunan Türk kuvvetlerine saldırarak yolu açar. Böylece İkinci kol aynı akşam Axorik vadisinden geçer. Elo Beşo, Yusufê Retkive, Bekiran aşireti reislerinden Reşoyê Silo emrinde bulunan bir kuvvet Korhan ormanında saklanarak, 13 Eylül’ü, 14 Eylüle bağlayan gece tekrar Axorik vadisine dönerek Takolti dağı ve Başkend içinden geçerek diğer kollar ile birleşir. Bu esnada ablukadan çıkmayı başaramayan Molla Hüseyin’in emrindeki bir kısım Gelturi aşireti kuvvetleri ve Emerê Besê ağanın kardeşi ile beraber Axorik’in güney  kısmındaki mağaralara sığınırlar. Gelturi kuvvetlerini yalnız bırakmak istemeyen Biro, kardeşinin oğlu Kaso ve oğlu Hasan’ın emrinde bulunan 40 kişilik bir taburla, 16 Eylül’de muhite geri döner. Biro birkaç gün sonra (19 Eylül) kurtardığı kuvvetler ve mühimmatı beraberine alarak Hallaç taraflarına döner. Ağrı Dağı’nda gezici şekilde dolaşan Biro’ya bağlı kuvvetler, oradaki Türk kuvvetlerine ani saldırılarda bulunarak irtibat ve bağlarını kesmek yoluyla, Ağrı Dağı’nı boşalttırmak zorunda bırakmak için çalışır.[96] Buna karşılık İhsan Nuri Paşa’nın da içinde bulunduğu dağdaki isyanın kurmay heyetinin mühim bir kısmı aileleriyle birlikte kuşatmayı yararak İran’a sığınır.[97] Böylece Ağrı İsyanı’nın aksiyon safhası da bitmiş olur. Lakin Ağrı başkaldırısı İhsan Nuri’nin deyimi ile su misali bendini yıkmıştı:

“Özgürlük ve ulusal ruh ve düşünce acı ve ızdırap çeken vücutlarda azgın bir su kaynağına benzer.  Bu suyun önünde her ne kadar güçlü bentler inşa edilse de sonunda bu su birikir, taşar ve o bentleri yıkar geçer, o bentlere tamir edilemez zararlar verir. İyi ve yararlı olan şey o ki, o suyun önünü açmak gerekiyor. Açmalı ki o su tarlalara ulaşsın,  ulaşsın ki tarlalar yeşersin, mahsuller boy versin. Türkiye devleti Ağrı’nın alınmasını büyük bir zafer olarak lanse etti. Ağrı’ya dair bir madalya hazırladılar.  Genelkurmay bu madalyayı ülkedeki bütün kurumlarına dağıttı.  Beş yıl boyunca darbe üstüne darbe yedikten sonra, askeri gücü darmadağın edildikten  sonra, yüzlerce askeri esir düştükten sonra, Times Gazetesi’nin de belirttiği gibi 66.000 asker- jandarma ve 100 uçaktan oluşan devasa bir orduyu Van ve Bayezid’e gönderdiler.  Van vilayetindeki halk tamamen bastırıldı. Bayezid’de de sadece  Ağrı Dağı’nın bir kısmında bağımsız Kürdistan  bayrağını dalgalandıran  Kürtler direniyordu.  Ağrı Dağı’nın bir kısmı dememdeki maksat şudur: Ağrı Dağı’nın kuzey yamacında sadece Gelturi aşiretinden Emerê Besê ve adamları Ağrı direnişçileri ile işbirliği yapıp savaşıyorlardı. Dağın bu yamacında yaşayan diğer aşiret ve kabileler yine Türklere tabiydiler.  Bu beş yıl içinde Kürt savaşçılar bütün silah ve cephanelerini öldürdükleri ya da esir aldıkları askerler üzerinden temin ediyorlardı. Bütün bu anlattıklarımdan sonra acaba   bu dağın alınması bir  ordu için zafer olabilir mi ?”[98]

Sonuç olarak; sonraki zaman dilimine bakıldığında Ağrı İsyanı ile yaratılan “milli ruh” Kürdistan’ın en ücra topraklarına dahi nüksedecek ve bu nehrin önünü kesecek bir bent inşa etmek pek kabil olamayacaktı. Hoybun ve onun sahadaki modern- milliyetçi aklını temsil eden İhsan Nuri Paşa’nın politikleştirdiği Ağrı Başkaldırısı, Kürt tarihinde önemli bir momenti teşkil eder. Denilebilir ki Ağrı başkaldırısına kadarki Kürt isyan silsilesindeki milliyetçilik damarı, 18. Yüzyılın başlarında yaşamını yitiren Kürt bilgin ve edip Ahmedê Xanî’nin teorize ettiği pro-milliyetçi aksı aşamaz. Lakin Ağrı Başkaldırısı ile bu silsile modern- milliyetçi bir aksa girmiş oldu.

Kaynakça

[1] İhsan Nuri, “Bi Serhatiya min” nüshası (orijinal metin), s. 62

[2] Ağrı- Hoybun arası yazışmaların neredeyse tamamının yakının Taşnaksütyun’un İran’daki büroları üzerinden gerçekleşmiş olması bu yazışmaların kopyalanmasını mümkün kılıp günümüze ulaşmasını sağladığı gibi  Ermenilerin Ağrı’daki mesele ve vukuatlara etkin bir şekilde dahil olma ve fikir belirtme fırsatı da verir.  Bu avantajların yanında, yazışmaların bir nevi Ermenilerin kontrolünde gerçekleşmiş olması (büyük ihtimal hem Hoybun merkez kadroları hem de Ağrı’daki teşkilat bu yazışmaların, Taşnaksütyun tarafından okunduğunu biliyordu veyahut bunu tahmin edebiliyorlardı) bu iki Kürt teşkilatının kendilerine bir çeşit oto sansür uygulamış olabileceğini de akla getiriyor.

[3] Edward Hallett Carr, Tarih Nedir, iletişim, 2018, s. 17

[4] “(…) Bir de Ağrı Dağına bir adet radyo ile küçük bir matbaanın tedarikine bakılmasıyla birkaç akıllı başlı Ermeni ve Kürt zabitlerinden Ağrı’ya göndermek üzere heyetçe taht-ı karara aldırılmasını ayrıca istirham eder hürmetlerini takdim eylerim efendim. ” “Hasan Sıddık Heyderi’den Paris Taşnaksütyun Büro Riyâset-i Âliyyesine”, Hoy, 16 Nisan 1930, ARF arşivi, dosya: 1662, no: 11-140

[5]“(Resmi tebliğ, Ağrı/ 9 Temmuz 1930. 1. 5 Temmuz’da bir Ağrı müfrezesi Burnêreş’de bulunan Türk hudut birliğine saldırdı. Türk birliğindeki Yüzbaşı Muhamed Ali Bey ve on iki asker öldürüldü. Altı asker de yaralandı. Geri kalan askerlerin hepsi esir alındı. Hiçbir kurtulmadı. 2. Bir top, iki büyük mitralyöz (Dikris), üç Hoçkis otomatik tüfeği, kırk beş piyade tüfeği, bomba, cephane, bir telefon makinası, sekiz büyük çadır ve çeşitli askeri malzeme ele geçirildi. Bizden ise üç kişi şehit oldu, bir kişi de hafif olarak yaralandı. 3. bugün 9 temmuz Türkler Burnêreş’teki müfrezelerini kaldırdılar. Ne kadar çadır ve mazgalları varsa hepsini Bayezid’e taşıdılar. 4. Diyadin taraflarından top sesleri geliyor. Lakin hala (oralardan) bir haber alamadık. (Yüzbaşı: bölük komutanı), Ağrı Karargahı “; “Hoybun Fevkalade Komiseri Cemşit’ten Hoybun Merkez-i Umumissine”, Ağrı, 9 Temmuz 1930, ARF arşivi dosya: 1662, no:11-016

[6] “(…) Burada kâbil (uygun) bir adamımız vardır, madeni eriterek madalyalar döktürtmek fikrindeyim. Binaenaleyh iki kalıp lazımdır. Birisi İran parasının dû hezârî (iki bin) büyüklüğünde diğeri beş kıratlık büyüklüğünde olsun. Bunlardan birer miktar küçük dahi olabilir. Büyük kalıbın bir yüzünde Hoybun’un arması diğer yüzünde “Cîwata Agirî” yazısı muhakkak bulunsun. (…)” Hoybun Fevkalade Komiseri Cemşit’ten Baron Şiran’a Ağrı, Mayıs 1930, ARF arşivi, dosya: 1662, no: 11-75

[7]Muradyan’ın yakalanmasından sonra EDF, eski Ermenistan Cumhuriyeti ordusunda yüzbaşı olan Vahan Kalusdian’ı (Kara Vahan) Vali Bey kod ismi ile Ağrı Dağı’na gönderdi. Garabet K. Moumdjian, “Armenian Involvement in the 1925 (Ararat) and 1937 (Dersim) Kurdish Rebellions in Republican Turkey: Mapping the Origins of “Hidden Armenians”. ” Uluslararası Suçlar ve Tarih / International Crimes and History 19, 2018, s. 189

[8] “Merkezi Ağrı’da bulunan ve Türklerle harp halinde olan Kürt Hoybun Cemiyeti’nin birinci mıntıkası kendi emrindeki zevatın (şahısların) vazifeleri başından şimdilik infikâklerini (ayrılmalarını) caiz görmediğinden Ermeni İttihat ve İhtilâliyesi Komitesi rüesasından Rupen Paşa hazretlerini İran Devlet-i Âliyyesiyle müzakerâta girişmek ve millî cidâlimize (dava) maddî muavenetlerini (yardım) temin eylemek hususunda tevkilen (vekilen) işbu vekâletnameyi irsâl eylemiştir. Vuku bulacak her türlü muavenetle i’tâ buyrulacak (bahşedilecek) mevâddın müşârün-ileyh vesâtetiyle (adı geçenin aracılığı ile) irsâli temenni olunur. İmza: Ağrı Valisi İbrahim, Hoybun Heyet-i Merkeziye Azasından ve Askerî Fevkalade Komiseri İhsan Nuri. ” Hoybun Birinci Mıntıkası’ndan Hoybun Merkez Komitesine, Ağrı, 27 Mayıs 1930, ARF arşivi, dosya: 1662, no: 11-166 ; “Arkadaşlar geldi, çok memnun ve müteşekkirim. Baron Veli’yi (Vahan) bir iki gün sonra bizzat Korhan kazasına götürecek, oradaki aşâirle(aşiretlerle) tanıştırarak verilen vazifeyi ifaya imkân-bahşına (mümkün kılmaya) çalışacağım. Baron İbrahim’i (Apram) dahi zaman-ı münasibinde Hüseyin Paşa’nın oğullarından birisine terfik ederek (emanet ederek) göndereceğim. (…)” Hoybun Fevkalade Komiseri Cemşit’ten Baron Şiran’a, Ağrı, 27 Mayıs 1930, ARF arşivi, dosya: 1662, no:11-145

[9] İhsan Nuri, “Bi Serhatiya min” nüshası (orijinal metin), s. 9

[10]İbid.,s. 10-15

[11] Çolak Kemalettin Sami Paşa (Gökçe) Karakol Cemiyeti’nin kurucu üyelerindendi.  Teşkilat-ı Mahsusa’nın bir nevi devamı olan Karakol Cemiyeti  1918-1920 yılları arasında faaliyet gösterdi.  Mehmet Akif Bal, “ Milli Mücadele’nin  Gizli Teşkilatı: “ Karakol Cemiyeti” (1918-1920)”,  Türk Dünyası Araştırmaları, cilt:130, sayı:256, Ocak-Şubat 2022, s.111

[12]İhsan Nuri’nin Azerbaycan’da  icra ettiği faaliyetlerin  Karakol Cemiyetinin bilgisi dahilinde gerçekleşip gerçekleşmediğini şimdilik bilemiyoruz.

[13] İhsan Nuri, “Bi Serhatiya min” nüshası (orijinal metin), s. 10-15

[14]İbid., s. 20

[15] İhsan Nuri, “Bi Serhatiya min” nüshası (orijinal metin), s. 20

[16]Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Kurum: 30-10-0-0/MUAMELAT GENEL MÜDÜRLÜĞÜ, Yer Bilgisi: 46-299-9, Dosya Ek: 39, Yedinci Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar imzasını taşıyan telgraf 12/13.9.340 (12/13 Eylül 1924), söz konusu doküman   değerli araştırmacı tarihçi  Sinan  Hakan‘ın arşivinden temin edilmişidir. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum.

[17] İhsan Nuri, “Bi Serhatiya min” nüshası (orijinal metin), s. 21-22

[18]Rojbeyani, “İhsan Nuri Paşa: Şoreşa Kurd li Çiyayê Agiriyê”, s. 24

[19] “1924’de zaten Taşnak Partisi ile Kürt Milli Komitesi arasında, Sevr’deki sınırlar ve prensipler dikkate alınarak bir antlaşma yapılmıştı. Bu olayı da aynı şekilde tüm yönleriyle inceleme konusu yapamıyoruz. Önemli olan şu gerçeğe parmak basmaktır: Kürtler ve Ermeniler, sorumlu siyasi partilerle ilişkili bir anlaşma ve işbirliği yoluna giriyorlardı. 1925 baharında Şeyh Said ayaklanması patladığında Ermenilerle Kürtlerin ilişkisi bu minvalde idi. İsyan patlayana kadar ülkede teşkilatlanma çalışmaları yapılmıştı. Bu konu ile ilgili İsmail Hakkı’nın (Kürt idarecilerden biri) Troşak’ta Aralık 1925’de yayınlanan raporunu hatırlamak yerinde olacaktır: ‘Türklerin sürekli saldırılarına ve onların yok edici siyasetine maruz olan Kürt milleti önderler etrafında toplandı. Kürtlerin haklarını talep ve elde etmesi için Cibran aşiretinin başı Albay Halid Bey’e oy birliği ile görev verildi. Halid Bey ilk olarak Ekim 1920’de gizlicemerkezi Erzurum’da olan “Kürdistan Bağımsızlık Komitesi’ni kurdu. Komite Türk boyunduruğundan kurtulma ve bağımsızlığa ulaşmak amacı gütmekteydi. Komite birkaç ay içinde Kürdistan’ın birçok şehrinde şubeler açtı ve Kürdistan’ın kalbine kadar sirayet etti. Dersimlilerle bağ kuruldu. Komite’nin ilk işi Kürtçe yayınlar yapmak oldu. Bu yolla birçok Kürtçe kitap ve milli marş basıldı. Komite sadece aşiret reisleri, ulema ve şeyhler ile değil, özellikle Türk okullarındaki Kürt talebelerle, ordudaki Kürt subaylarla ve devlet memurları ile ilişki kurdu. Kürt Komitesinin istihbarat şubesi çok düzenli ve güçlü idi. Komite, Ankara’da Kürtlerin milli varlığına aksi yönde verilmiş her kararı henüz işleme konmadan öğreniyor, ilgilenenleri bilgilendiriyor ve uyanık olunmasını emrediyordu. Bu konuda Kürt talebeler, subaylar ve memurların vatanseverliği ve fedakarlıkları takdire şayandır. Bağımsızlık mücadelesinde Kürt ulema son derece sır saklayan, sadık ve fedakâr oldu. Partinin tüm milli faaliyetinin amacı; Kürtlere bizim geleneklerimizi öğretmek, onlara Türkün “kan ve demir” siyasetini anlatmak ve her ne bahasına olursa olsun Türk boyunduruğundan kurtularak bağımsız bir Kürdistan kurma” gereğini izah etmekti.’

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz